15 Mayıs 2010 Cumartesi
biri gitti, biri kaldı, biri geldi ...
Taurasi transferi ile 2007 ve 2009 yılı WNBA şampiyonu Phoenix Mercury'nin 3 yıldızı da Fenerbahçe forması giymiş olacak.
Cappie 2 şampiyonluğun ardından Rusya yolunu tutmuştu. Penny ise ilk senesinde şampiyon oldu ve seneye de burada. Taurasi'nin gelmesi ile beklentiler de büyüdü, hedef artık Avrupa'da final four. Ama keşke şu fotoğrafta ortada duran bızdık da olsaydı !!!
Etiketler:
Cappie Pondexter,
Diana Taurasi,
fenerbahçe,
Penny Taylor,
Phoenix Mercury
1 Mayıs 2010 Cumartesi
Serie A'nın İ.B.B.'si ...
İtalya Serie A'da bu sene Sampdoria'nın özellikle şampiyonluğa oynayan takımlara (Inter, Roma, Milan ve Juventus) karşı gösterdiği performans İstanbul Büyükşehir Belediyespor'a benzetiliyor. Mart ayındaki Juve galibiyetinden sonra Nisan ayında önce Milan'ı, sonra da Roma'yı yaktılar :).
Bu arada Inter'e bir iltimas geçtikleri sanılmasın sezonun ilk yarısında kendi sahalarında 1-0 yenip, 2.yarıda Milano'da yapılan maçta ise 0-0 berabere kalmışlardı.
Ligin bitmesine 3 hafta kala şampiyonlar ligi için oldukça avantajlılar. Sampdoria son yıllardaki en iyi çıkışını bu sene yakalasa da bizim gibi orta yaşa gelmiş futbol severler için 1991 yılındaki Serie A şampiyonluğu, Mancini, Vialli, Katanec ve Lombardo'lu kadrosu ve oynadığı güzel futbol hala unutulmaz. Haa bir de fotoğraftaki klasikleşmiş mavi forması ve göğsündeki beyaz bant üzerine kırmızı siyah şeritleri ...
22 Nisan 2010 Perşembe
Bilica'yı sarımsaklasak da mı saklasak, sarımsaklamasak da saklasak
Aslında konunun üstünden Türkiye standartlarına göre unutmaya yetecek kadar zaman geçti. Keskin tırmanan tepkiler ulaştıkları zirveden yer çekimi ivmesine tâbi şekilde düştüler... Şimdi dönen linç devranı Fenerbahçe Spor Kulübü'nün, kulüpten birinin güncesi gibi tutulan resmi siteden gelen sahiplenme mesajıyla kapandı. Bunda Beşiktaş'ın hükmen galibiyet talebiyle TFF'ye başvurmasıyla milletin sıtkını sıyırmasının da payı yok değil.
Bilica'nın eylemi maçın oynanması için gerekli koşulların imhası noktasında değildi. Penaltı noktasını tahrip etti, evet. Ancak bu durum Bobo'nun penaltıyı sağlıklı şekilde kullanmasına mani olmadı. Bu nedenle Bilica'nın hareketi oyun disiplin kurallarından ziyade ahlak çerçevesinde değerlendirilmeliydi. Bu noktada, Fenerbahçe taraftarı her zaman övündüğü camia geleneklerinden hareketle linç hareketinin öncüsü oldu. Ve açıkcası beni şaşırttı.
Hiçbir taraftar topluluğu kendi bakış açısıyla böyle ahlaksızlıkları kendi renklerine yakıştırmaz. Başkalarına yakıştırırken ise şiddet ayarına gereksinim duymaz. O nedenle böyle bir tavır kendi oyuncusu tarafından sergilendiğinde, ya o yavru kuzgun gözükür karga gözlere, veya keskin ifadelerle "beriki takım oyuncusuna yakışan hareketler" olarak tanımlanıp ip çekilir.
Fenerbahçe taraftarının bu seferki tepkisinin beni şaşırtmasının nedeni, bu başka takım oyuncularına yakışır addedilen hareketlerin benzerlerini, hatta belki daha kötülerini yapmış isimlere, Fenerbahçe forması giyiyor diye kayıtsız şartsız destek çıkmayı vazife bilirken, konu Bilica olunca linç furyasının önünde koşan haline gelinmiş olması. Daha önce bilfiil Fenerbahçe taraftarına saldırmış, tribün korolarına küfürlü tezahüratlarda şeflik yapmış oyuncuları aklayabilen çubuklu forma Bilica'nın hafriyatında temizlik bezi görevi göremedi. İlginç.
Bu noktada akıllara yine çevre etkisi ve mahalle baskısı geliyor. Kendi oyuncusuna sahtekar damgası vurup "Yakışmıyor, gitsin" diyenler, o sahtekarın (?) sahtekarlığına (?) en çok gürültü çıkaran takımda kaptan olmasından sonra dahi uyanamamış, "Kimse yüklenmeden ben sileyim ki, bu tavrı gerçekten tasvip etmediğim sanılsın" kurnazlığıyla Bilica'yı ipe çekmekte sakınca görmemişti.
Ama artık yemezler, yemememeli. Bilica'nın tavrına tepki gösterenlere, bu hareketten dolayı gitsin diyenlere "Fatih Akyel'e, Tümer Metin'e, Emre Belözoğlu'na Saracoğlu'nda alkışınızı eksik ettiniz mi, etmediniz mi?" diye sormak lazım.
Turnusol orada çünkü.
Sonra da eklemek lazım, karakter olarak aşağı yukarı aynı delişmenlikte olan ama gülen yüzü ve Hoş Memo tipiyle çoğunluğun "Forma içinde, forma için savaşan tek tük oyuncudan biri" diye tanımladığı Lugano aynı hareketi yapmış olsaydı yine bu linçin parçası olur muydunuz? Yoksa maç içi dengesizlikleriyle plakasını aldığınız, zaten futbol olarak içinize sindiremediğiniz, çapsız bulduğunuz, gittiğinde eksikliğini hissetmeyeceğinizi düşündüğünüz Bilica'yı böylesine harcamak kolay mı geldi?
Benim bunlara tavrım belli, o yüzden saklayacak, gocunacak bir durumum yok. Fatih Akyel de, Tümer Metin de, Emre Belözoğlu da bu formayı giymeye kesinlikle layık olmayan isimler... Bilica da öyle. O yüzden birini ayıplarken diğerine kıyak geçmek gibi bir kaygım yok. Vicdanım da rahat.
Herkesinki rahatsa, zaten sorun yok.
Bilica'nın eylemi maçın oynanması için gerekli koşulların imhası noktasında değildi. Penaltı noktasını tahrip etti, evet. Ancak bu durum Bobo'nun penaltıyı sağlıklı şekilde kullanmasına mani olmadı. Bu nedenle Bilica'nın hareketi oyun disiplin kurallarından ziyade ahlak çerçevesinde değerlendirilmeliydi. Bu noktada, Fenerbahçe taraftarı her zaman övündüğü camia geleneklerinden hareketle linç hareketinin öncüsü oldu. Ve açıkcası beni şaşırttı.
Hiçbir taraftar topluluğu kendi bakış açısıyla böyle ahlaksızlıkları kendi renklerine yakıştırmaz. Başkalarına yakıştırırken ise şiddet ayarına gereksinim duymaz. O nedenle böyle bir tavır kendi oyuncusu tarafından sergilendiğinde, ya o yavru kuzgun gözükür karga gözlere, veya keskin ifadelerle "beriki takım oyuncusuna yakışan hareketler" olarak tanımlanıp ip çekilir.
Fenerbahçe taraftarının bu seferki tepkisinin beni şaşırtmasının nedeni, bu başka takım oyuncularına yakışır addedilen hareketlerin benzerlerini, hatta belki daha kötülerini yapmış isimlere, Fenerbahçe forması giyiyor diye kayıtsız şartsız destek çıkmayı vazife bilirken, konu Bilica olunca linç furyasının önünde koşan haline gelinmiş olması. Daha önce bilfiil Fenerbahçe taraftarına saldırmış, tribün korolarına küfürlü tezahüratlarda şeflik yapmış oyuncuları aklayabilen çubuklu forma Bilica'nın hafriyatında temizlik bezi görevi göremedi. İlginç.
Bu noktada akıllara yine çevre etkisi ve mahalle baskısı geliyor. Kendi oyuncusuna sahtekar damgası vurup "Yakışmıyor, gitsin" diyenler, o sahtekarın (?) sahtekarlığına (?) en çok gürültü çıkaran takımda kaptan olmasından sonra dahi uyanamamış, "Kimse yüklenmeden ben sileyim ki, bu tavrı gerçekten tasvip etmediğim sanılsın" kurnazlığıyla Bilica'yı ipe çekmekte sakınca görmemişti.
Ama artık yemezler, yemememeli. Bilica'nın tavrına tepki gösterenlere, bu hareketten dolayı gitsin diyenlere "Fatih Akyel'e, Tümer Metin'e, Emre Belözoğlu'na Saracoğlu'nda alkışınızı eksik ettiniz mi, etmediniz mi?" diye sormak lazım.
Turnusol orada çünkü.
Sonra da eklemek lazım, karakter olarak aşağı yukarı aynı delişmenlikte olan ama gülen yüzü ve Hoş Memo tipiyle çoğunluğun "Forma içinde, forma için savaşan tek tük oyuncudan biri" diye tanımladığı Lugano aynı hareketi yapmış olsaydı yine bu linçin parçası olur muydunuz? Yoksa maç içi dengesizlikleriyle plakasını aldığınız, zaten futbol olarak içinize sindiremediğiniz, çapsız bulduğunuz, gittiğinde eksikliğini hissetmeyeceğinizi düşündüğünüz Bilica'yı böylesine harcamak kolay mı geldi?
Benim bunlara tavrım belli, o yüzden saklayacak, gocunacak bir durumum yok. Fatih Akyel de, Tümer Metin de, Emre Belözoğlu da bu formayı giymeye kesinlikle layık olmayan isimler... Bilica da öyle. O yüzden birini ayıplarken diğerine kıyak geçmek gibi bir kaygım yok. Vicdanım da rahat.
Herkesinki rahatsa, zaten sorun yok.
Etiketler:
ahlak,
Beşiktaş,
Bilica,
Emre Belözoğlu,
Fatih Akyel,
fenerbahçe,
forma,
Lugano,
Tümer Metin
5 Nisan 2010 Pazartesi
rezillik
Fenerbahçe Acıbadem bayan voleybol takımı Türk voleybolunun zirvesini yaşadı, yaşattı bizlere. Ben kulüp müsabakalarına milli gözle bakmayı beceremeyen birisi olarak olaya "milli dava" gibi bakmasam da en azından düşmanlık ve dengesizlik dışında bir şeyler bekliyorum basından, yanılıyorum.
Yukarıda bayan voleybolun ikinci kupasında üçüncü olan Galatasaray bayan voleybol takımının aldığı üçüncülüğün sunuluş şekliyle, bayan voleybolun birinci kupasında finali 0-2'den 2-2'ye getirdikten sonra 3-2'yle vererek ikinci olan Fenerbahçe Acıbadem bayan voleybol takımının BAŞARIsının sunuluş şeklini karşılaştırmanızı rica ediyoruz sadece.
Şu anda bu başlık değiştirildi, ancak maç sonu atılan manşet resimdeki gibiydi.
Her fırsatta taraftarlar ve yönetimler üzerinden şiddet pompasıyla kendisi dışındaki herkesi eleştiren necip Türk basınına aklını başına alması gerekliliğini hatırlatıyoruz.
Yukarıda bayan voleybolun ikinci kupasında üçüncü olan Galatasaray bayan voleybol takımının aldığı üçüncülüğün sunuluş şekliyle, bayan voleybolun birinci kupasında finali 0-2'den 2-2'ye getirdikten sonra 3-2'yle vererek ikinci olan Fenerbahçe Acıbadem bayan voleybol takımının BAŞARIsının sunuluş şeklini karşılaştırmanızı rica ediyoruz sadece.
Şu anda bu başlık değiştirildi, ancak maç sonu atılan manşet resimdeki gibiydi.
Her fırsatta taraftarlar ve yönetimler üzerinden şiddet pompasıyla kendisi dışındaki herkesi eleştiren necip Türk basınına aklını başına alması gerekliliğini hatırlatıyoruz.
Etiketler:
Acıbadem,
fenerbahçe,
milliyet gazetesi,
rezalet,
rezil,
sarı melekler,
voleybol
8 Mart 2010 Pazartesi
İmaj Herşey, Kariyer Hiçbir Şey ...
Artest son Orlando maçındaki saç stili ile Rodman'dan sonra NBA'in yeni ikoncanı olma yönünde hızla ilerliyor.
Her iki oyuncu da sert ve savunmaları ile ünlü. Bu özellikleri ile de en iyi savunmacı ödüllerini kazandılar.
Artest, Rodman'a göre çok daha komple bir oyuncu olmasına karşın henüz şampiyonluk yüzüğü takamadı. Rodman'ın ise bir elin parmaklarını dolduracak kadar yüzüğü var. (Gerçi o parmakları yerine kulağına küpe olarak takmayı tercih edebilir :)) Tabi o şampiyonlukların Jordan-Pippen döneminde olması da Rodman'ın şansı :)
İmaj olarak Rodman'a gittikçe yaklaşan Artest bakalım kariyer olarak da buna yaklaşabilecek mi?
Ya da Kobe, Jordan-Pippen ikilisinin Rodman'a yaşattıklarını Artest'e yaşatabilecek mi?
4 Mart 2010 Perşembe
legend's back
http://riplaytuol.blogspot.com/2009/11/63-numara-hetfieeeeeeeeeeld-james.html
bilen biliyor hikayesini
bu da devamı
forma imzalı olarak geri dönmüş,
şimdi sonisphere kapsamında lars ve kirk'te sıra
gazcılar biraderler göreve!
bilen biliyor hikayesini
bu da devamı
forma imzalı olarak geri dönmüş,
şimdi sonisphere kapsamında lars ve kirk'te sıra
gazcılar biraderler göreve!
Etiketler:
fenerbahçe,
james hetfield,
kirk hammett,
lars ulrich,
metallica
3 Mart 2010 Çarşamba
şöfeeeeeeeeeer şöfer...
herbie'deki tosbağayla yola çıkmıştınız ya en son. diyorlar ki "senin ne işin var direksiyonda?"... yan koltuğa geçiyorsunuz "oraya değil canım, arkaya, arkaya" diyorlar... geçiyorsunuz kuzu kuzu, söz hakkınız yok...
haydi yine yola... ön koltuğa da biri oturuyor, elinde bir defter kitap. co-pilot bir nevi. "aman" diyorsunuz, "iyi bari, yolla ben uğraşmayacam, camdan dışarısını seyrederim, yorulursam uyurum"... "benzin senden ama" diyorlar, "tamam canım, n'olacak" diyip uçlanıyorsunuz...
kalkışta bir tekliyor araba, yapmazdı hiç halbuki öyle. kaldıramıyor şoför ilk seferde. sonra bir daha stop ettiriyor. "debriyajı..." diyecek oluyorsunuz kötü kötü bakıyor aynadan, susuyorsunuz...
nihayet harekete geçiyor araba ama önde oturanın ne yoldan haberi var ne yönden. sürekli tek yön sokaklara ters yönden giriyorsunuz, hız limitlerine uymuyorsunuz. bırakın camdan dışarı bakmayı, gözlerinizi açamıyorsunuz arka koltukta.
bütün çukurlara itinayla giriyor direksiyondaki, yanındaki sürekli yanlış yön tarif ediyor, tartışmıyorlar bile üzerinde, aynen gidiyorlar, Allah'a emanet...
işin kötüsü bu senaryoda arabanın ne olduğu da önemli değil, ctrl-h, beetle, ferrari, replace all... sonuç aynı...
haydi yine yola... ön koltuğa da biri oturuyor, elinde bir defter kitap. co-pilot bir nevi. "aman" diyorsunuz, "iyi bari, yolla ben uğraşmayacam, camdan dışarısını seyrederim, yorulursam uyurum"... "benzin senden ama" diyorlar, "tamam canım, n'olacak" diyip uçlanıyorsunuz...
kalkışta bir tekliyor araba, yapmazdı hiç halbuki öyle. kaldıramıyor şoför ilk seferde. sonra bir daha stop ettiriyor. "debriyajı..." diyecek oluyorsunuz kötü kötü bakıyor aynadan, susuyorsunuz...
nihayet harekete geçiyor araba ama önde oturanın ne yoldan haberi var ne yönden. sürekli tek yön sokaklara ters yönden giriyorsunuz, hız limitlerine uymuyorsunuz. bırakın camdan dışarı bakmayı, gözlerinizi açamıyorsunuz arka koltukta.
bütün çukurlara itinayla giriyor direksiyondaki, yanındaki sürekli yanlış yön tarif ediyor, tartışmıyorlar bile üzerinde, aynen gidiyorlar, Allah'a emanet...
işin kötüsü bu senaryoda arabanın ne olduğu da önemli değil, ctrl-h, beetle, ferrari, replace all... sonuç aynı...
Etiketler:
Aziz Yıldırım,
Christoph Daum,
Nihat Özdemir
Hangisine Yakışmış?
Portland Trail Blazers'dan LaMarcus Aldridge ile Chelsea'nin golcüsü Didier Drogba Dallas'ta bir araya gelmiş.
Lamarcus Aldridge'e Chelsea formasının pek yakıştığı söylenemez ama Drogba 10 yıllık NBA oyuncusu gibi. Saç stili ve çabukluğu ile Iverson, gücü ile Billups karışımı bir guard olurdu heralde :)
Peki sizce hangi NBA oyuncu en iyi futbolcu olurdu? Kobe? Steve Nash? Tony Parker? Başkası? Bence tartışmasız Steve Nash. Babası profesyonel bir futbolcu olan Nash aynı zamanda inanılmaz bir futbol hastası. All Star smaç şampiyonasında Amare Stoudemire'a kafa ile verdiği asisti hepiniz hatırlarsınız.
Daha somut bilgi istiyorsanız da buyrun ...
Etiketler:
Chelsea,
Didier Drogba,
LaMarcus Aldridge,
Portland Trail Blazers,
Steve Nash
2 Mart 2010 Salı
hangisi daha kolay?
araba olarak çok iyi bir markanın çok eski ve artık kullanılmayan bir modeline sahipsiniz diyelim. ve bu iyi markanın çok eski ve artık kullanılmayan modeli klasik de olamamış, yani "meraklısı" dışında çok talibi yok. ikinci eli yok, parçası bulunmuyor... hatta öyle ki, motorunu döndüren benzinini bile her istasyonda bulamıyorsunuz. seviyorsunuz yine de, o "meraklı" olanlardansınız, orası eğri, burası büğrü, motoru zayıf, cantları çirkin, direksiyonu demode, koltukları rahatsız, bagajı küçük, çok yakıyor diyorlar, umursamıyorsunuz, çünkü seviyorsunuz.
aniden bir dellenme geliyor, herkese inat, bu arabayla uzun yola çıkmaya karar veriyorsunuz. elinizden geldiğince, arabanızın dilinden anlayan nadir ustalardan birine servise sokuyor, lastiklerine hava deposuna benzin basıyorsunuz, gereksiz kimi ağırlıkları garaja terk edip marş çeviriyorsunuz.
yol kötü, tabelalar yetersiz, çukurlar her yerde. olmadık yerlerde hız tümsekleri var, sizin kötü frenlerinizi sürekli zorluyor. virajların eğimi ters, yol tutmayan lastiklerinizi bariyerlere itiyor. rampalar dik, inişlerde kör dönüşler var. dümdüz gittiğiniz yerlerde anlamsız çift çizgiler görüyorsunuz yerde, sollama yasak.
bir de yağmur başlıyor mu üstüne. kapı camlarınızın kuruyup çatlamış contalarından içeri sızıyor yağmur, arka camınızın rezistansı çalışmıyor, sağ dikiz aynanız o kadar ıslanıyor ki görebildiğiniz bir şey yok. motor hararet yapıyor. derken yağmur doluya çeviriyor. kaputu, tavanı yamulturcasına hızlanıyor mendebur sonra bitiyor.
çukurlu, kör virajlı, bol rampalı yol şimdi bir de ıslak ve çamurlu. ara sıra arkasından kilometrelerce gitmek zorunda kaldığınız kamyonların camınıza sıçrattığı çamurları silmeye sileceğiniz yetişmiyor. cam suyunuz da bitti bitecek zaten.
can havliyle solluyorsunuz kamyonları, körlemesine, bir kaç kez frene abanıp çıktığınız deliğe geri girmek zorunda kalıyorsunuz.
bütün yol boyunca, yoldan, havadan ve diğer araçlardan, tabelalardan, yoldaki çizgilerden şikayet ediyorsunuz...
arabadan şikayet etmek aklınıza hiç gelmiyor.
...dedik ya, seviyorsunuz...
aniden bir dellenme geliyor, herkese inat, bu arabayla uzun yola çıkmaya karar veriyorsunuz. elinizden geldiğince, arabanızın dilinden anlayan nadir ustalardan birine servise sokuyor, lastiklerine hava deposuna benzin basıyorsunuz, gereksiz kimi ağırlıkları garaja terk edip marş çeviriyorsunuz.
yol kötü, tabelalar yetersiz, çukurlar her yerde. olmadık yerlerde hız tümsekleri var, sizin kötü frenlerinizi sürekli zorluyor. virajların eğimi ters, yol tutmayan lastiklerinizi bariyerlere itiyor. rampalar dik, inişlerde kör dönüşler var. dümdüz gittiğiniz yerlerde anlamsız çift çizgiler görüyorsunuz yerde, sollama yasak.
bir de yağmur başlıyor mu üstüne. kapı camlarınızın kuruyup çatlamış contalarından içeri sızıyor yağmur, arka camınızın rezistansı çalışmıyor, sağ dikiz aynanız o kadar ıslanıyor ki görebildiğiniz bir şey yok. motor hararet yapıyor. derken yağmur doluya çeviriyor. kaputu, tavanı yamulturcasına hızlanıyor mendebur sonra bitiyor.
çukurlu, kör virajlı, bol rampalı yol şimdi bir de ıslak ve çamurlu. ara sıra arkasından kilometrelerce gitmek zorunda kaldığınız kamyonların camınıza sıçrattığı çamurları silmeye sileceğiniz yetişmiyor. cam suyunuz da bitti bitecek zaten.
can havliyle solluyorsunuz kamyonları, körlemesine, bir kaç kez frene abanıp çıktığınız deliğe geri girmek zorunda kalıyorsunuz.
bütün yol boyunca, yoldan, havadan ve diğer araçlardan, tabelalardan, yoldaki çizgilerden şikayet ediyorsunuz...
arabadan şikayet etmek aklınıza hiç gelmiyor.
...dedik ya, seviyorsunuz...
Counter Strike
Bu blog'u kurarken "bulunsun" dedik.
Nitekim James Hetfield fotosu bombasında (Gazcılar biraderlere selam) lazım da oldu! :)
Ancak klavyesi düşük bir yazar ekibi olmamıza rağmen emeğin çoğunu emaillere zayi ettiğimizden burası hep güdük, hep yetim, hep öksüz kaldı.
Bir dönem sadece kendimi bıraktım üyeleri çıkarttım, sonra geri topladık ekibi.
Şekli şemali değiştirdik, en alta da sayaç koyduk (koydum).
Bugün dikkatimizi çekti (Mehmet ve Oktay'ın çekmiş daha doğrusu) 577bin küsur hit almış gözüküyor.
Yazmadığımız halde bizi bu kadar ilgiyle izleyen tüm okuyucularımıza teşekkürü borç biliriz :)
Lucky Strike sigarasının ismiyle ilgili hikaye vardır, şehir efsanesi olan. Sözde grev yapmış işçiler, sarılması gereken tütünleri ateşe vermişler, grev bitince o ateşe verilen tütünlerden kurtarılabilenler sarılmış, o hafif kavruk tütünlerin tadı çok tutmuş da satışlar patlamış. Buna da "Şanslı grev" (lucky strike) demişler.
Bizim ki de o hesap, counter strike (kontör vuruşu!)
NOT: Yazının orijinal yazılış saatiyle bu notun yazıldığı saate kadar geçen 120 dakikada hit sayısı 2500 artınca kaldırdık efenim kontörü filan. Sayılmadan da mutluyuz, rating mühim ama hakikisi mühim, sanal yalanlara gerenk yok...
Nitekim James Hetfield fotosu bombasında (Gazcılar biraderlere selam) lazım da oldu! :)
Ancak klavyesi düşük bir yazar ekibi olmamıza rağmen emeğin çoğunu emaillere zayi ettiğimizden burası hep güdük, hep yetim, hep öksüz kaldı.
Bir dönem sadece kendimi bıraktım üyeleri çıkarttım, sonra geri topladık ekibi.
Şekli şemali değiştirdik, en alta da sayaç koyduk (koydum).
Bugün dikkatimizi çekti (Mehmet ve Oktay'ın çekmiş daha doğrusu) 577bin küsur hit almış gözüküyor.
Yazmadığımız halde bizi bu kadar ilgiyle izleyen tüm okuyucularımıza teşekkürü borç biliriz :)
Lucky Strike sigarasının ismiyle ilgili hikaye vardır, şehir efsanesi olan. Sözde grev yapmış işçiler, sarılması gereken tütünleri ateşe vermişler, grev bitince o ateşe verilen tütünlerden kurtarılabilenler sarılmış, o hafif kavruk tütünlerin tadı çok tutmuş da satışlar patlamış. Buna da "Şanslı grev" (lucky strike) demişler.
Bizim ki de o hesap, counter strike (kontör vuruşu!)
NOT: Yazının orijinal yazılış saatiyle bu notun yazıldığı saate kadar geçen 120 dakikada hit sayısı 2500 artınca kaldırdık efenim kontörü filan. Sayılmadan da mutluyuz, rating mühim ama hakikisi mühim, sanal yalanlara gerenk yok...
13 Şubat 2010 Cumartesi
Camia Farkı...
Son bir haftada iki defa karşılaştı Fenerbahçe Bursaspor ile. İlk maçta iki top direkten döndü, sayısız pozisyona girildi, Bursaspor sürklase edildi ve 5-6 farkla bitebilebilecek maç 3-0 kazanıldı.
İkinci maçtaki kadro, kötü oyun, son dakika golü ve sonrasında önce Ertuğrul Hocaefendi'mizin(!) ve Yazıcı Başkan'ın kopardığı gürültü de malumunuz. Ve bir grup taraftarı isyan ettiren de Fenerbahçe yönetiminin bu noktadaki suskunluğu...
Taraftar, yönetim hep beraber, "kötü oynadık, haketmedik" moduna geçtik ve kötü oyunu kabullenemeyip boynumuzu büktük de o yüzden ses etmeyi yediremiyoruz. Böyle acaip, kafası karışık bir camiayız.
İkinci maçtaki kadro, kötü oyun, son dakika golü ve sonrasında önce Ertuğrul Hocaefendi'mizin(!) ve Yazıcı Başkan'ın kopardığı gürültü de malumunuz. Ve bir grup taraftarı isyan ettiren de Fenerbahçe yönetiminin bu noktadaki suskunluğu...
Taraftar, yönetim hep beraber, "kötü oynadık, haketmedik" moduna geçtik ve kötü oyunu kabullenemeyip boynumuzu büktük de o yüzden ses etmeyi yediremiyoruz. Böyle acaip, kafası karışık bir camiayız.
Ben değişik değişik konularda bir çok zaman "Camia Karakteri"nden ve camialar arası farktan bahsederken tam da bunu tarif ediyorum işte. Fenerbahçe'nin yerinde Galatasaray olsa, o diller münasip yerlere sokulmakla kalmaz; daha en başında kimse konuşmaya fırsat bulamadan Bursa'nın ne kadar sert ve kasap gibi oynadığından, cezalı ve sakatlarımıza rağmen orada gurur mücadelesi veren Galatasaray takımından, Bursa stadında estirilen terör ortamından, hakemin sertliğe prim tanıdığından ve Galatasaray düşmanlığı yaptığından, vs konuşulur, öyle bir kamuoyu yaratılırdı ki Yazıcı Başkan değil bu son yaptığı çıkışı yapmak, kamu önünde "e Galatasaray bizim rakibimiz değil zaten. kendilerine başarılar diliyorum" gibi yarım ağızla özür bile dilerdi.
Fenerbahçe taraftarı yönetiminden mart kedileri gibi hem yapıp hem bağırmasını beklemiyor tabii ki ama; eh be Aziz Başkan, en azından ilk maçta oynanan güzel futbola yazık etmeyin de kalkıp iki lokma birşey konuşun!
Bu yarı finalin akıllarda "Fenerbahçe hakem sayesinde tur atladı" diye kalması günah değil mi? "Fenerbahçe bizi ilk maçtaki oyunuyla rezil etti, 5 de yiyebilirdik. ikinci maçta elimizden geleni yaptık ama ilk maçı telafi etmek mümkün olmadı" demesi gerekenlerin utanmadan hakem yüzünden mağdur olmuş rolü oynaması ayıp değil mi?
Fenerbahçe taraftarı yönetiminden mart kedileri gibi hem yapıp hem bağırmasını beklemiyor tabii ki ama; eh be Aziz Başkan, en azından ilk maçta oynanan güzel futbola yazık etmeyin de kalkıp iki lokma birşey konuşun!
Bu yarı finalin akıllarda "Fenerbahçe hakem sayesinde tur atladı" diye kalması günah değil mi? "Fenerbahçe bizi ilk maçtaki oyunuyla rezil etti, 5 de yiyebilirdik. ikinci maçta elimizden geleni yaptık ama ilk maçı telafi etmek mümkün olmadı" demesi gerekenlerin utanmadan hakem yüzünden mağdur olmuş rolü oynaması ayıp değil mi?
8 Şubat 2010 Pazartesi
her zamanki gibi, godot gelmedi
Ocak 1 - Şubat 1 Gökhan Ünal transferi ve bol yalanlamayla geçti gitti.
Carlos gitti, Kazım gitti, Gökhan'lar iki oldu.
Kapandı.
2005-06 sezonundan bu yana total kadro kalitesi erozyona uğrayan Fenerbahçe'de dünkü Diyarbakır maçında verilen iki sakatla birlikte yine sol kanat, yine stoper soru işareti oldu.
Evet, Vederson solda oynar Özer'in yerine ve evet, Deniz, Bekir, affedilen-Önder'den biri de stoperde oynar. Ama bu arada, Allah korusun, Gökhan Gönül'e ve/veya Bilica'ya bir şey olursa, sakatlık/ceza cinsinden, ne olacak belli değil.
"Her oyuncunun en az bir yedeği olmalı" demek, toplamda 22 tane ilk onbire namzet adamın olması demek. Fenerbahçe'de de bu mümkün, iki tane onbir sayabilirsiniz, sayalım
Volkan D., Gökhan G., Lugano, Bilica, A.Santos, Mehmet T., Emre, C.Baroni, Özer, Alex, Güiza
Bu birincisi
Volkan B., Bekir, Önder, Deniz, Vederson, Deivid, Selçuk, ??, Ali Bilgin, Semih, Gökhan Ü.
Ortanın ortasına yedeği bulamadık ama olsun, stoperdeki Deniz o mevkiinin de yedeği.
Ancak şu noktada, üç cephede oynuyorsan (UEFA hedeflerin arasında olmasa bile "3 sene Şampiyonlar Ligi'ne gideceğiz" diyorsan takım puanı açısından attığın her golün önemi var) Ziraat Türkiye Kupası maçına bile çıkmaya cesaret edemeyeceğin bu ikinci onbire güvenemezsin, iki kere iki dört.
Nitekim "sola adam" diye ağlarken yalancı bahar yaşatan Uğur gitti, Özer'e sarıldın, o da sakatlandı. Şimdi şapkadan tavşan çıkartma zamanı. Senin sağ bek yedeklerin kötü. İkisi de stoperden bozma. Senin takımında 1 tane tipik kanat oyuncusu yok şu anda (Uğur sezonu kapatınca).
Godot iyi kanat oyuncusuydu halbuki, hem sağda oynardı hem solda.
Carlos gitti, Kazım gitti, Gökhan'lar iki oldu.
Kapandı.
2005-06 sezonundan bu yana total kadro kalitesi erozyona uğrayan Fenerbahçe'de dünkü Diyarbakır maçında verilen iki sakatla birlikte yine sol kanat, yine stoper soru işareti oldu.
Evet, Vederson solda oynar Özer'in yerine ve evet, Deniz, Bekir, affedilen-Önder'den biri de stoperde oynar. Ama bu arada, Allah korusun, Gökhan Gönül'e ve/veya Bilica'ya bir şey olursa, sakatlık/ceza cinsinden, ne olacak belli değil.
"Her oyuncunun en az bir yedeği olmalı" demek, toplamda 22 tane ilk onbire namzet adamın olması demek. Fenerbahçe'de de bu mümkün, iki tane onbir sayabilirsiniz, sayalım
Volkan D., Gökhan G., Lugano, Bilica, A.Santos, Mehmet T., Emre, C.Baroni, Özer, Alex, Güiza
Bu birincisi
Volkan B., Bekir, Önder, Deniz, Vederson, Deivid, Selçuk, ??, Ali Bilgin, Semih, Gökhan Ü.
Ortanın ortasına yedeği bulamadık ama olsun, stoperdeki Deniz o mevkiinin de yedeği.
Ancak şu noktada, üç cephede oynuyorsan (UEFA hedeflerin arasında olmasa bile "3 sene Şampiyonlar Ligi'ne gideceğiz" diyorsan takım puanı açısından attığın her golün önemi var) Ziraat Türkiye Kupası maçına bile çıkmaya cesaret edemeyeceğin bu ikinci onbire güvenemezsin, iki kere iki dört.
Nitekim "sola adam" diye ağlarken yalancı bahar yaşatan Uğur gitti, Özer'e sarıldın, o da sakatlandı. Şimdi şapkadan tavşan çıkartma zamanı. Senin sağ bek yedeklerin kötü. İkisi de stoperden bozma. Senin takımında 1 tane tipik kanat oyuncusu yok şu anda (Uğur sezonu kapatınca).
Godot iyi kanat oyuncusuydu halbuki, hem sağda oynardı hem solda.
25 Ocak 2010 Pazartesi
kaldı 7
yanlış bilmiyorsam, ocak sonu haftasonuna denk geldiği için 2 şubat'ta bitiyor ara transfer dönemi. kasım ayından, belki daha da öncesinden beri "gitti, gidiyor" denilen bir roberto carlos, geçen sene ayağını kırdığından beri 3 metreye pas atamayan bir deivid var ve "yabancı sınırı kalksın" diyen Fenerbahçe'nin işlemeyen iki kanadı, yedeği olmayan bir sağ beki var.
şafak 7... hala bekliyoruz... quaresma mı gelecek, dentinho mu...
şafak 7... hala bekliyoruz... quaresma mı gelecek, dentinho mu...
4 Ocak 2010 Pazartesi
aptal olmak...
aptal olmak istiyorum... anlamamak istiyorum...
yaşamım kolaylaşsın istiyorum, düşünme ısrarım ve alışkanlığım ayaklarımı zemine batırmasın istiyorum, ellerimi kollarımı bağlamasın istiyorum.
neyi sevsem, neyi yapmak istesem basit olsun istiyorum. sevgim de basit olsun, nefretim de... uzamasın hiçbir şey istiyorum.
Fenerbahçe'yi mi seviyorum, basit olsun, seveyim, neden seviyorum, sevdiğim şeyden soğumamam için ne olmaması lazım, neden mutsuz ediyor filan diye düşünmeden sevebilmek istiyorum.
sabah işe mi geldim, akşam 17:30'a kadar ne yapmam gerekiyorsa bir yerde yazsın, yapayım, eve gideyim istiyorum, her iş kalemim birileriyle münakaşa anlamına gelmesin, aklıma yatmayan herşey için onlarca insana hesap vermek zorunda kalmayayım, illa kalırsam anlattığımda anlayıp hak versinler, tamam desinler istiyorum, onların da hayatı basit olsun istiyorum...
olmuyor...
yaşamım kolaylaşsın istiyorum, düşünme ısrarım ve alışkanlığım ayaklarımı zemine batırmasın istiyorum, ellerimi kollarımı bağlamasın istiyorum.
neyi sevsem, neyi yapmak istesem basit olsun istiyorum. sevgim de basit olsun, nefretim de... uzamasın hiçbir şey istiyorum.
Fenerbahçe'yi mi seviyorum, basit olsun, seveyim, neden seviyorum, sevdiğim şeyden soğumamam için ne olmaması lazım, neden mutsuz ediyor filan diye düşünmeden sevebilmek istiyorum.
sabah işe mi geldim, akşam 17:30'a kadar ne yapmam gerekiyorsa bir yerde yazsın, yapayım, eve gideyim istiyorum, her iş kalemim birileriyle münakaşa anlamına gelmesin, aklıma yatmayan herşey için onlarca insana hesap vermek zorunda kalmayayım, illa kalırsam anlattığımda anlayıp hak versinler, tamam desinler istiyorum, onların da hayatı basit olsun istiyorum...
olmuyor...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)