27 Nisan 2008 Pazar

derbi seyret ey millet

4 saatten az kaldı... derbi.. aynı kentin iki takımının oynadığı maçlara verilen ad. bizdeki gibi sündürülüp otobüsle 10 saat çeken yoldaki rakiple oynanan maça derbi denildiği yok. en fazla "komşu şehirler" denmiş. elazığ-malatya maçı Fenerbahçe-trabzon maçından "daha derbi" yani...

el classico'ya da derbi diyenler yok değil. allah akıl fikir versin...

bizim derbinin takımları ise birbirine bir boğaz uzaklıkta. süt kardeşlerin arasındaki mesafe ise neredeyse yürüyüş mesafesi tabi, o da derbi, yersen...

ben ankaralı'yım. istanbul'a yerleşmem temmuz 2004, burada işe başlamak zorunda kalınca geldim. şaka gibi bir sene boyunca da beşiktaş'ta, çarşının dibinde oturdum. manevi varlığım yetti onlara, 2004-05 sezonundaki beşiktaş'ı hatırlayın...

Fenerbahçeliliğimin "kalınlaşmaya" başlaması benim neslimdeki çoğu Fenerbahçeli gibi 103 gollü şampiyonluk sezonuna dayanır. rıdvan'ın futbolcu haline tapıp yorumcu haline soğuk bakanlardanım misal bu yüzden. sahte ötesi işporta formamın arkasına annemin artmış sarı kumaşlarından "8" kestirip diktirmem o dönemlere rastlar. saçımın arkasını uzatıp rıdvan gibi kafamı sallayarak koşmaya çalışmam da. asla rıdvan'ın sağ pabucu kadar bile olamadı futbol becerilerim ne yazık ki. aykut'a da taparım benzer şekilde, oğuz'u da çok severdim, o bizim rezil sezonumuza kadar (o da manevi yokluğumda gerçekleşti, ben askerdeyken).

o sezon ki galatasaray "yine"(?) avrupa'da çok iyiyken, belki tüm galatasaraylıların uefa kupasını kazanan kadro kadar sevdiği, benim bile hala ezbere sayabildiğim o efsane kadrosu varken. 3-0'dan 4-3 alınan, "Fenerbahçe o eli lavabona sokar" dedirten maç. asla unutmam. babam işi asmış, evde, ben okulda galatasaraylı bi arkadaşımın kimseye koklatmadığı radyosundan "1-0 tanju", "2-0 tanju", "3-0 tanju" diye sınıfa anons yapmasına tahammül etmek zorundayım. inanmıyorum "atıyosun lan, ver kendim dinliycem" diyorum vermiyor. zil çalıyor, okul bitiyor, çıkıyorum, servise giderken yükseliş koleji'nin maltepe oto sanayii'yle paylaştığı sokaktan, oturmuş canı sıkkın sigara içen ustaya soruyorum "maç kaç kaç" diye... belli ki Fenerbahçeli o da "3-0" diyor, anlıyorum tansu'nun yalan söylemediğini. serviste maçı açtırıyoruz ama o senelerde hareket halindeki bir vasıtadan trt1 dinlemek bile pek zor. cızırtılar arasından duyar gibi oluyorum 3-1'i, 3-2'yi... apartmanın kapısına koşuyorum, açıyorum, asansörle 13 kat bitmek bilmiyor, kapıdan girdiğim anda 3-3! dördüncü golü babamla birlikte seyrediyoruz...
ertesi gün tansu mosmor tabi, biz gururlu.

ve tabi 6-0...
yukarıda dediğim gibi, manevi yokluğumda uefa'ya bile katılamayıp 30 küsur puan fark yediğimiz sezon. ama manevi varlığım halen "dışarıdayken" yaşanan o meşhur derbi. ankara'da, kolej'in mezunlar derneği lokali, mahşeri bir kalabalık ve dev perdede maç. torch'ta "deplasman seyircisi uygulaması" yok, o yüzden yarı yarıya filanız. attıkça atıyoruz... çok ama çok hayıflanıyorum gitmediğim için. 6 kasım 2002.

askerden döndükten sonraki Fenerbahçe-galatasaray derbilerinin tamamında saracoğlu'ndaydım. 2003-04 sezonunda şampiyonluğu getiren derbiye yine ankara'dan "deplasmana gelir gibi" gelmiştim. sonrakilerde ise istanbul'da ikamet eden biriydim zaten. hepsini gördüm, son 10 senedir galatasaray yenilgisi görmeyen o stadda bu serinin son 5 senesine şahidim yani.

öte yandan sami yen maçları...
Fenerbahçe'nin hangi deplasman maçı olursa olsun, stadda olmayan bir şey evde, tv başında gerçekleşiyor: üşüyorum... yaz kış farketmiyor, inanılmaz bir üşüme, tabi ki heyecan kaynaklı, bazen abartıp titrediğim oluyor... ilk 5 dakika böyle geçer...
bugün de farklı olmayacak. bizimkilerin önce ilan edip sonra kaybettiği duyurunun kaynağı nedir merak ediyor olmama rağmen büyük ihtimalle 18:50'ye kadar açmayacağım o kanalı. ve tabi sami yen'den yayın yapan diğerlerini de. evde oyalayacağım kendimi, FM'yle, yazmam gereken bir protokolle, belki başka şeylerle.. sonraki 90 dakika çok şeylere gebe... ama ben kendimi satt 9'dan sonra cadde'de hayal edebiliyorum şu anda, aradaki 90 dakikayı hayal edemiyor olsam bile...

gazamız mübarek olsun...

23 Nisan 2008 Çarşamba

FM

frequency modulation... yani radyodaki seçeneklerimizden biri... değil... football manager.. çocukların ve koca adamların en büyük kabusu ve ortak hastalığı... frp sevmeyenlerin futbol fantazisi... aynı zamanda masa altı masa üstü futbol muhabbetlerinde taktik bilmenin ve "çok acayip bi genç var boca'da, 3-5 seneye duyarsın" demenin dayanılmaz hafifliği...

championship manager'la başladı macera... o zamanlar sports interactive ve eidos küsmemişlerdi birbirlerine. ne olduysa tomb raider'dan sonra oldu. küstüler evet. ve bizler çok sevindik, artık iki menejerlik oyunumuz olacaktı... yine yanıldık. eidos beceremedi. hala da beceremiyor.

cm oldu bize fm yani...

bir de büyük şımarık abi var, ea sports ve onun mikro yönetim, süs ve janjan üzerine kurulu lisanslı süslü denemesi. bizleri fethedemedi. edebilecek mi? hemen hepimizin bir gün fm'nin oyun gerçekçiliği, oyun derinliği ve database'iyle ea sports'un oyun motorunun ve grafik sevimliliklerinin birleştiği bir oyunu için için hayal ettiklerini bilir gibiyim... yanılıyor olabilirim, ben bekliyorum en azından.

cidden oyunla birlikte alakasız futbol liglerinin muhteşem yerel yıldızlarını herkesten önce keşfetme şansınız var. misal 97'de trezeguet'yi kim tanıyordu? monaco'dan manchester united'a almaya çalışırken bir türlü beceremeyen ben "heralde bu çocuk iyi baya" diyordum... örnekler pek bi çoktur.

Türkiye liglerinin uzunca zamandır içinde düzgün şekilde bulunduğu bir oyun olmasıyla coğrafyamıza da hitap eder. korsan cenneti olduğumuz için Türkçe dil desteği sağlamasa da liglerimiz detaylı şekilde yer alır. Fenerbahçe'yi alıp girişmek keyiflidir. veya diğerlerini, diğerlerini tutuyorsanız... zico anderlecht'i eleyip CL'ye kalmışken gerçek hayatta oyun size o kadar iyi davranmayabilir ve tribünden bizzat izlemekten delirdiğiniz CL heyecanı yerine uefa kupasında tur peşinde koşmak zorunda kalabilirsiniz. savaşa devam!

veya işsiz başlarsınız. makinanızın ram'ine güveniyorsanız bol bol lig açıp en düşük ve ezik büzük liglerden başlayıp Fenerbahçe'nin hoca kovmasını beklersiniz. ne yazık ki oyunda da istikrarı öğrendi aziz yıldırım. çok bekleyebilirsiniz yani. ve en nihayetinde hoca kovulduğunda veya ayrıldığında da siz "ben! ben!" derken bir bakarsınız ki erdoğan arıca gelmiş göreve. eh, aziz yıldırım da yaşlanıyor!

oyunun en derinlikli ve detaylı olduğu ligler doğal olarak ingiltere ligleridir. ilginç yapısıyla blue square north/south ligleri dahil (ingiltere 6.ligine tekabül ediyor) bir sürü ligde oynayabilirsiniz. üç dört kiralık oyuncuyla küme çıkmak işten değildir ama orada bitmez. "ben oldum" sanıp brezilya ikinci ligine sulanırsanız basın sorar "dedikodular doğru mu" diye... "eh, kariyerim için önemli" filan demeye kalkarsanız, yönetim size "onurunla istifa et, yoksa kovacaz" diyiverir. bakarsınız ki daha "olmamışsınız" çünkü yine ingiliz 6.liginden başka kimse size "e hadi gel bi el at" demez... bu kadar gerçekçi olmasa da olurdu, oyun değil mi bu sonuçta?

zaman zaman gündüzleri işyerindeyken asıl kariyerimin evde download'lar yüzünden açık olan bilgisayarda utorrent'e eşlik eden açık oyunda olduğunu düşünüp işin (gerçek olanının) kariyerimden çaldığını bile düşündüğüm oluyordu.. hala oluyor, ne yalan söyliyim. koca adamların kaçışı bu.

hepimiz anlamıyor muyuz futboldan neticede. oyun sayesinde takım yönetebileceğimizi sanma katsayımız da artıyor... bir gün zico gidecek ve bana gelecekler. "o kadar oynadın, çözmüşsündür artık, teknik kadro kalıyor, samet de kalıyor, dil konusunu düşünme" diyecekler...

yea... in my dreams...

22 Nisan 2008 Salı

siftah

kim miyiz? birileriyiz... kendi hayatlarımızda ve başka diğerlerinin hayatlarında, birileriyiz.

evde biriyiz, işte başka biriyiz. ben misal direksiyonda da başka biriyim. ailemin yanında başka biri...

birileriyiz... orada burada görebileceğiniz, belki gördüğünüz, tokalaştığınız veya arkasından küfür ettiğiniz birileri...

şöyle bir özelliğimiz var ki, aslında kimi diğer birilerinden farksız kılabilecektir bu yine, şöyle, hayatlarımızdan Fenerbahçe'yi çıkartırsanız birbiri için belki gördüğümüz ama tokalaşmadığımız, küfür etmeye tenezzül etmeyeceğimiz kadar alakasız birileriyiz. bir tane de Beşiktaşlı'mız var inanmazsınız...

gündüzleri email trafiği yaşıyoruz. farklı olduğumuzu düşünüyoruz, büyük ihtimalle değiliz... olsun... dedik ki ara sıra başka şeyler de yazalım, insanlar da okusunlar... belki beğenirler... belki meşhur oluruz, sanmıyorum...

birileriyiz
her gelen maile "reply to all" diyen, her maile reply edebilecek kadar şey bilen, mutlaka yanlış yapan ama ukalalıktan ödün vermeyen birileriyiz...

artık bu blog'da birlikte size reply yapmaya başlıycaz...

bekleriz...