20 Kasım 2009 Cuma

"Kalifiye Eleman Aranıyor"

"İzleme ve dinleme ekipmanlarına aşina(Mission Impossible, Spy Game, vs film ve dizileri izlemiş olmak yeterli değildir), en az 5 yıl tecrübeli, kartonpiyer-asma tavan, marangoz, tesisatçı aranıyor" gibi bir ilan görsek ya yakında...

Az önce haber ajanslarına düşen haber şu :

Ergenekon davasında asma tavanın parçası hakimin üzerine düştü.

"Komple" teorilerini bekliyorum şimdi, "mahkeme salonunun tavanına dinleme cihazı takılmış ama sonra kartonpiyer düzgün monte edilememiş" diye...

18 Kasım 2009 Çarşamba

"Yumurtanın akıyla sarısını ayırıyorsun, sürmüyorsun bile..."

Küçükken belinde disk kayan kuzenimin sırtına, doktor tarafından uygulanan tedaviyle tatmin olmayan akrabalar tarafından, ağrısına derman olması amacıyla, zeytinyağına bulanmış maydonoz sürmüşlerdi. Mevcut ızdırabının üstüne bir de vıcık vıcık yatmak zorunda kalmıştı zavallım.

Anüs ağzında kıl dönmesinden muzdarip ama doktora gitmek ve muayene olmaktan çekinen bir başka tanıdığım ise sağdan soldan duyduklarına bel bağlayıp haşlanmış patates içi, ekmek içi, domates, zeytinyağlı bilmemne bitkisi, hedehödö püresi, vesaire tatbik ede ede aylar harcamış; en sonunda ızdırabı dayanılmaz hale gelince kalça bölgesinde butik manav çalışmalarından vazgeçip efendi gibi ameliyat masasına doma... Pardon, yatmıştı...

Geçtiğimiz günlerde okuduğumuz, "Arsenal forveti Robin Van Persie ayak bileğindeki bağları kopardı ve 6 ila 8 hafta kadar sahalardan uzak kalacak" şeklindeki haber, benzerlerine alıştığımız bir haber iken, hikayenin devamı alternatif(!) tıp çalışmalarına ülkemiz dışında da ne kadar ehemmiyet verildiğini gösterdi.

Görünen o ki hem Arsenal yönetimi hem de Van Persie çaresizlikten ne yapacağını şaşırmış, çareyi bir Sırp kocaka... Pardon, doktorunda aramaya karar vermiş. Tedavi amaçlı olarak genç Hollanda'lının ayak bileğini at plasentası ile ovalayacakmış! Evet, "at plasentası"...

At plasentası nereden bulunur, nasıl bir tedarik süreci vardır, nasıl saklanır, gibi sorular aklımızı kurcalıyor haliyle. ama işin daha ilginci, Van Persie'nin bu tedavi yöntemini tavsiye üzerine bulması. Yani başkaları denemiş, memnun kalmış, Van Persie'ye önermiş. Hadi bakalım, ne diyelim, bu denenmiş ve başarılı olmuş yöntem karşısında saygıyla eğilebiliriz ancak.

Memleketimdeki genç girişimcilere örnek olsun, eşek penisi ile kansere, öküz götüyle saç dökülmesine, keçi boku ile migrene çare bulsunlar inşallah.

Ben de sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim

Gündemde bir kez daha Süreyya Ayhan var. konunun neredeyse her boyutu hakkında (doping, spor ahlakı, Süreyya'nın hoca ve eş seçimi, Süreyya'nın hoca-eş'inin Süreyya hakkındaki seçimleri, Federasyon'un ne yaptığı, ne ettiği, vs.) yazıldı, çizildi bol bol fakat;

Ortalama bir Türk danası olarak, ne zaman bir kadın sporcu hakkında konuşulsa açmak istediğim konuya değinen(birkaç büyükbaş arkadaşım hariç) gene yok:

Arkadaşım! Ne bu kadın sporcuların hali?!? Olmuş mu bu!?!

Hani dava konusu olmasın, Süreyya Hanım'a da tüm bağyan sporcularımıza da saygımız sonsuz, herhangi bir kötü niyetimiz yok ama "kadın" gibi kadın istiyoruz arkadaş! Bakın, neredeyse bir basketbol takımı kadar çocuk doğurdu ama Heidi Klum hala Heidi Klum. Öte yandan Süreyya hanımkızımızın baldırıçıplak koştururken çekilmiş şu pozuna bakın!

Dünya rekoru kırsan nafile şerefsizim, gördüğüm anda koşarak uzaklaşırım. Hayır, işin kötüsü kaçamam da yakalar...

Kadın sporcu dediğin çok çok "Daha sert servis atmak için kas yapıp vücudumu bozamam" diyen Anna Kournikova'dır benim gözümde. Varsın Grand Slam kazanamasın, Kimmeryalı Serena Williams kazanıyor da ne oluyor? Memlekette tarlaya sürerler de kısmetini(!) oradan bulur.

Sözün özü: Kadının vücudunu bozan her türlü spora karşıyım arkadaş. Çok koşmasın, ağır kaldırmasın, elinin ayağının ayarını kaçırmasın, beni deli etmesin. 45 numara ayaklı basketciler, caanım kalçaları kambur durarak israf eden voleybolcular istemiyoruz. Pilates yapın, gece jimnastiği yapın, konken oynayın...

Lütfen..!

14 Kasım 2009 Cumartesi

Sevilen Ağabey

Küçüklüğümün; okul önlüklerinin siyah, yakalarının beyaz olduğu zamanlarıydı...
Akşam ezanına kadar sokakta oynar, babamız eve geldiginde eve girerdik.
Küçükler kenarda misket oynarken (İzmir'dekiler meşe oynar) büyüklerimiz taştan yaptıkları kaleler arasında top oynardı.
Abilerimizdi onlar bizim.
Kenarda misket oynayan çocukların öz abileri vardı içlerinde. Diğerleri de öz abilerimizin yaşıtı olan, ama kendi kardeşi olmayan abiler...

Sevilen Ağabey de bunlardan biriydi.
Güzel bir isimdi. Annesi ne kadar sevileceğini bildiği için bu ismi koymuştu belki de.
Arkadaşlarının kardeşlerini yani bizleri kendi kardeşi gibi görür, sever ve korurdu.
Mesela hepimizi tek tek kaleye geçirir, penaltı atar, penaltıyı kurtaranlara gazoz ısmarlardı...
Penaltıyı koftiden yavaş atardı ki herkes kurtarsın, herkes mutlu olsun.

Sevilen Ağabey'in soyadi "Birer" idi..
Daha doğrusu Birer imiş..
Çok sonradan öğrendik tabi ki. Mahallede kimse kimsenin soyadını bilmezdi ki. Yani biz çocuklar bilmezdik. Bana ne tüftüf savaşında hasmım olan bakkalın yeğeni Sedat'ın soyadından... Okulda sınıf arkadaşlarımınkini bilirdim ben bir tek. Neyse...
O zamanlar kimse kimsenin soyadını öğrenmeye ihtiyaç duymazdı zaten.
Abi, usta, cavus, dayı... Bunlar yeterliydi büyüklerimize hitap için. İsimle beraber tabi. Hakkı Çavuş, Ali Usta filan.

Sevilen Ağabey'in soyadinin Birer olmasi da ilginçti. Ne o öyle Birer?
Klasik nüfus memuru hatası tabi ki..
Biber'miş ama memur Birer yazmış işte..

Hepimiz büyüdük yavaşça..
Abiler teker teker askere gitti.
Dönenler evlendi..
Mahalleler şimdiki değildi tabi ki. Biri evlendi mi herkes düğündeki yerini alırdı.
Sevilen Abi'nin soyadını da eve gelen düğün davetiyetisinden öğrenmiştim.

Sevilen Birer..
Sevilen Abi..
45 yaşına geldi ama hala aynı mahallede oturur.
Hala diyorum, çünkü o mahallede oturan pek kimse kalmadı eskilerden. Evlenip de o mahallede yaşamaya devam eden kalmadı pek.

Can Abi babadan kalma Kapalıçarşı'daki kuyumculuk işine devam ediyor.
Onun dükkan komşusunun çırağı gayrimüslim bi abi vardı, onu da mahalleye Can Abi tanıştırmıştı. Üst mahalledeydi ama abimlerle takılırdı. Neydi o abinin adı yaa..
Cihat Abi içlerinde okuduğu üniversite ile alakalı bir işte çalışan tek insan. İki kızı var, ve Çekmeköy'de oturuyolar.

Ağabeyim Fikret Sevilen Ağabey'i sürekli ziyaret eder.
Tabi ki diğer arkadaşları da..
Hiç kopmadılar birbirlerinden.
Kopmasınlar da zaten.
Çocukluk yılları, Sevilen Abi sayesinde aynı mahallede devam ediyor aslında.
Hala görüşürler, hala aynı mahallededirler.
Hah hatırladım, Lefter..

Cihat'lar, Lefter'ler, Can'lar Fikret'ler, hala Sevilen Birer Abi'dedirler...

9 Kasım 2009 Pazartesi

63 numara hetfieeeeeeeeeeld!... james!



resimler herşeyi anlatıyor ;)