islam usta sanki bütün yazarlığı boyunca iki yazı yazmış gibidir Fenerbahçelilerin çoğu için... biri 0-3'ten 4-3 alınan galatasaray galibiyeti sonrası yazısı; "Fenerbahçe yenilmez, bu formayla dalga geçilmez", bir diğeri de başlığa taşınan yazısı; "Fenerbahçe'nin büyüklüğü ne kupalar büyüklüğüdür ne şampiyonluk büyüklüğü. bu büyüklük başka bir büyüklüktür işte, adı konamaz..."
bugün komünizmin sembollerinden che'nin tshirt'leri icon halinde kapitalist düzenin gelir kalemlerinden biri halini alabilmişken, islam çupi'nin sevdasını anlatan cümleleri de yine hep destek tam destek gibi kof sloganlardan biri oldu... ağrı kesici gibi, kazanınca "Fenerbahçe o eli lavabona sokar", kaybedince "kupa büyüklüğü değil"
bu noktada biraz bilimkurguya sığınıp back to the future üçlemesine yakışır bir seyahat yaparsak zamanda geriye doğru, Fenerbahçe neden büyük sorusunu irdelemek için marty mcFly'ın biff'in spor müsabakaları sonucu almanağı marifetiyle hayatını kaydırmasına yol açmasına benzer bir kırılma noktası bulabilir miyiz acaba zamanda? yoksa sadece futbolun ülke hayatına girmesini müteakip insanların o zamana kadar sahip olmadıkları bu kulüp aidiyetine bağlı bölünmeleri zamanına kadar gidip "olmasaydı"lı sorular mı sormak lazım...
"Fenerbahçe'nin büyüklüğü kupa büyüklüğü değildir"
nedir peki? niye büyüktür Fenerbahçe?
bugün aziz yıldırım'lı 10 seneden evvelini sadece okumuş, dinlemiş nesil için bu sorunun cevabında kuvayı milliye hareketine katkılar, harrington kupası, sarı kanarya cihat arman, ordinaryüs lefter, sinyor can bartu vs sadece takım stada çıkarken hoparlörleden çıkan marştan ibaret sanki. niye büyüktür Fenerbahçe sorusuna "stat, tesisler, fenerium, kombine gelirleri" gibi cevaplar almamız an meselesi.
peki ben gibi 30'una yaklaşmış neslin derdi ne? bizlerin, taraftarlığımızın en gevrek zamanında kırılmasına izin vermemiş abilerimiz, babalarımız, dedelerimizin derdi neymiş? neden Fenerbahçeli olmuşlar? niye?
kendime bakınca Fenerbahçeli olmamın çıkış noktası temelde babamın Fenerbahçe'li oluşu.. onun babası ve benim ben 1 yaşındayken vefat ettiği için tanıma şansına erişemediğim dedem de soranlara "milli takım" dermiş ama Fenerbahçeli'ymiş... babannemin yalancısıyım. annem de Fenerbahçeli'dir, onun babası olan dedem de... bi anneannem beşiktaşlıydı, o kadar. çevremde pek başka renk yoktu yani, sarı lacivert. adam akıllı ilk hatırladığım sezon 103 golle şampiyon olduğumuz sezon. ondan bir önceki sezonu kötü bi yerde bitirdiğimizi hatırlıyorum. radyodan bordeaux maçını dinlediğimizi de hatırlıyorum hayal meyal. yaşım bunlara yetiyor. ama o 103 gollü şampiyonluk sonrası geçen 6 senelik kuraklık, o dönemde beşiktaş'ın üstünlüğü, sonra sırayı galatasaray'ın alması, avrupa'daki başarıları filan beni Fenerbahçeli bir Türk olarak sevindirmekle kalırken rengimi bozamamış. demek ki hakkaten kupa büyüklüğü değil denebilir. mi? belki... o yaşlarda takım değiştirene "dönek" damgası vurulup dalga geçilir, en fenasından. dünyadaki en acımasız varlıklardır keza 13-14 yaşındaki veletler. ve parreira... sonra denizli... çifte daum ve zico... aklımın erdiği dönem 20 sene, gördüğüm şampiyonluk sayısı 6... gördüğüm galatasaray şampiyonluğu sayısı 9, beşiktaş şampiyonluğu 5.
bugün üniversiteye giden nesilde ve bir altında, üstünde galatasaraylıların çok olmasında bunun payı büyüktür. inkar edilebilir mi? bugünlerde ortaokul lise okuyan nesilde de yine bizim biraz daha kalabalık olmamız olasıdır.
babalarımız neden Fenerbahçeli olmuş
dedelerimiz?
mutlaka vatan savunmasındaki o efsanevi katkıların payı büyüktür, nitekim orduda da görülür benzer bir durum... ama sadece bu olsaydı sebep o zaman herkesin Fenerbahçeli olması gerekmez miydi?
peki Fenerbahçe'yle yakın zamanda kurulmuş galatasaray ve beşiktaş'tan başka kulüp yok mu? misal beykoz 1908'de kurulduğu halde neden bir semt takımı olmanın ötesine geçememiş?
kupa nedir diye sormak lazım bu noktada belki, basit ve basit olduğu için saçma gözüken bu soru aslında gayet gerekli. nedir kupa? nasıl kazanılır, neden verilir?
kupa başarının somut delilinden başka birşey değildir çoğu zaman. yüzüncü yılda kazanıp ekstra anlam yükleyebilirsin veya çok hakkının yendiğini düşündüğün bir sezon (hemen hemen her sezon!) kazandığın kupa daha bi kıymetli olabilir. bir de işte yukarıda sözünü ettiğim, müzede "yuh oha" dedirten ebatıyla harrington kupası gibi kupalar vardır... cidden maneviyatı yapımında harcanan metalden ağır olan.
peki Fenerbahçe harrington kupası'ndan sonra kapatsaydı kupa alma serüvenini, istanbul liglerinde, bölgesel ve ulusal liglerde şampiyonluklar, kupalar kazanmasaydı bugün yine milyonların deli gibi peşinden koştuğu, geride bıraktığımız sezon gibi bir sezonda, bu şekilde şampiyonluk kaybetmişken, camiaya ters bir isim olan emre belözoğlu dışında transferi yokken roberto carlos transferli sezondan çok kombine satan bir kulüp olabilir miydi?
romantizme, hamasete biraz fazla kayarsak evet cevabı verebiliriz elbette ama hakikat mi olur bu? biraz zor...
bu da dün yazdığım yazı gibi aslında, hemen hemen aynı yere çıkıyor. Fenerbahçe'nin bugünkü Fenerbahçe olmasında kazandığı başarıların ve bu başarıların somut, elle tutulur delilleri olan kupaların çok büyük payı vardır şüphesiz. tıpkı bizim küçüklüğümüzde çeşitli çevresel etkilerle tutacağımız takıma karar vermemiz gibi. ama ondan sonrası atılmış bu temelin üstüne inşaadır. Fenerbahçeli olmak ne demektir, galatasaraylı, beşiktaşlı olmaktan farkları nelerdir, sadece renkler, stadyumun semti, başkan, oyuncular mıdır yoksa ötesi var mıdır? o ötesinde anlam yüklenen şeylerin ne kadarı gerçek, ne kadarı subjektif yanılsamalardır? hepsi tartışılabilir. o noktadan sonra ortaklık sağlayan çekirdeğin etrafında nasıl döndüğümüz şahsi haller alıyor artık.
aynı şekilde, 1907'den günümüze kazanılmış başarıların Fenerbahçe'yi getirdiği bugünki halin etrafında dönen kupalardır bu kez... olmamaları büyüklüğe halel getirmeyecek diye düşünülse bile hadisenin her başarısızlığın üstünü örten bir inkar mekanizması haline gelmesine izin vermemek gerek.
demin yukarıda verdiğim 20 yıllık hesapta durumun o kadar vahim olduğunun farkına yazıya başlayana kadar varmadığımı itiraf edeyim. 20 yıldaki skor 9-6... aziz yıldırım'lı dönemde skor 5-4... böyle bir manzarada hep destek tam destek'in de kupa büyüklüğü söyleminin de suistimali statükonun korunması açısından olmazsa olmazlığı gözler önüne seriliyor...
ama düşünmek lazım, neden demek lazım...
12 Haziran 2008 Perşembe
11 Haziran 2008 Çarşamba
Fenerbahçe taraftarına atılmış en büyük kazıklardan biri: hep destek tam destek
antu ve fenerlist önderliğinde 2000'lerin başında bir slogan olarak oluşmuş ve sonrasında bir SOPA'ya dönüşmüş felsefe...
bugün Fenerbahçe'nin yaygın olarak tartışıldığı sanal ortamlar da bu sloganın türediği iki ortam... bir tanesinde "değişiklik yaratma" ütopyamı terk edip mümkün mertebe polemiğe girmeden yazmaya çalışırken diğerinden ayrıldım... ikisindeki ortak tavır bu slogan etrafında "başkan ve yönetim neylerse güzel eyler" şeklinde...
eleştirmeyi beceremeyip, medyadan duyduklarını noktasına virgülüne dokunmadan tekrarlayan, tekrarladığı şeyin içinde niyet sorgulamaya dahi zahmet etmeyen, mantık aramayan ve kendisine karşı çıkıldığında da "kiraladığı" görüşü kendi görüşüymüş gibi azimle savunanları gördükçe forum kavramından soğuyor insan...
sıkça yaşanan bir süreç... en azından benim için...
en son emre belözoğlu transferiyle ve akabinde halen silinemeyen fatih terim dedikodularıyla birlikte bu hadise ayyuka çıktı. ne çok bekleyen varmış emre'yi ve ne çok Fenerbahçeli varmış başarı için terim'e bile eyvallah diyebilecek...
milletin gündelik hayatında başarıyla uygulanan sıradanlaştırma, fikirsizleştirme, renksizleştirme politikasından Fenerbahçelilik de nasibini almış. adı da hep destek tam destek olarak sunuluyor yine...
"çubukluyu giyene sonsuz destek vermek boynumuzun borcudur" diyenler çizgiyi hiçbir yere çekemiyorlar. çünkü öyle bir çizgi yok artık. bunu kabullenmeyi benim reddettiğim gibi reddedenlere ise romantik deniyor, gülünüp geçiliyoruz. rahatsızmışım... 80'lerin hayalci siyasilerinden olurmuşum o zamanlar doğmuş olsam. bunlar bir de küçümser tavırla söyleniyor ki evlerden ırak...
Fenerbahçe spor kulübü bugün bir spor kulübünden fazlasıysa, 14bin civarı kongre üyesi olan bir kulüp milyonlarla ifade edilen bir camiayı temsil ediyorsa, tüm erkini o kongreye, hatta o kongrenin zahmet edip genel kurullara katılan isimlerine devretmişse bir terslik yok mu? bu kadar geniş bir tabanda hep destek tam destek felsefesinin tutunması mümkün mü? değil tabi ki...
o yüzden de bu slogan da basitleştiriliyor, içi boşaltılıyor, camia dışındakilere, yani başkasına karşı kullanılacak bir zırh olması gerekirken, kendi içindeki eleştirileri müsbet-menfi, iyi niyetli-kötü niyetli diye ayırmaksızın her eleştiriyi ağza tıkma misyonu halini alabiliyor...
üstelik bugün bunun yol açtığı bir diğer sorun daha var benim açımdan, aidiyet ve ortak payda paylaşımı.
terim de gelse, emre de gelse, hasan şaş da gelse "hep destek tam destek" diyecek kişiyle tuttuğum takımın aynı olması bana ters ve tuhaf geliyor... başlangıçtaki oluşumu çevresel koşullara dayansa da taraftarlığın sonradan aldığı şekil ve o şeklin taraftarlığın etrafına ördüğü değerlerin bir ortak payda taşımasını bekliyorum... yine romantik ve ütopik varsayıldığım bir nokta daha...
bunların dışına çıkabilmenin yolunu bulanlar da var. o oy verebilen 14binin içinde olmayan milyonlardan bir kişi olarak bu tür şeyleri kafaya takmayıp yenince sevinen, yenilince üzülen ama yıkılmayan, idari ve teknik konulardaki öfkesini de 15-20 dakikaya sığdırıp ram'inden atabilen bir taraftar profili...
şezlong yorumcuları vardı bir ara, sonra digiturk Fenerlileri çıktı (77 numara diyoruz onlara biz)... şimdi bir de "tribün Fenerlisi" tanımı çıkacak gibi. stadın kapısından girdiği anda fanatik, coşkulu taraftar, maç bittikten ve stat kapısı terkedildikten sonra anca eve kadar giden yolda maçın kritiğini yapan, o maç kritiğinin uzantılarını teknik detaylarda ve yönetim kararlarında irdelemeye zahmet etmeyecek bir sterillik. sonradan oluşmuş, subjektif değerlerle de olsa etrafına bir anlam örülmüş taraftarlıktan uzaklaşma. bariz bir süzgeç mekanizmasının devreye alınması ve kafa yoracak, kafa yorma halinde tasa oluşturması olası herşeyin "bana ne lan" denilip kenara atılabilmesi...
bana da lazım o süzgeçten diye düşünüyorum bazen
bazen de iyi ki yok o süzgeçten diye...
hep destek tam destek sloganı hayata döndürülebilir mi peki?
bence artık çok zor. bunun yapılabilmesi için olması gereken şeyin olmasını hiç dilemem çünkü bunun yolu yıkımdan geçiyor, adamakıllı bir yıkımdan hem de. bu sloganın üstünden geçecek kadar büyük bir hezimet zaten sanal ve yüzeysel bu taraftar devrimini altüst edebilir. bu durumda bile yine kimi şeylere kayıtsız şartsız sahip çıkacak, yine kendilerini sözde feda ederek "hala büyüğüz, bişi olmadı" diye ortalıkta dolaşacaklar olacaktır. o yıkımın olmaması için yapılması gerektiğini düşündüğü şeyleri söyleyenlerin olasıdır ki haklı çıkmış olmasını görmezden gelmeksizin reflekslerini sürdürecek serdengeçtiler...
Fenerbahçe taraftarına atılmış en büyük kazıklardan ikincisini da daha sonra yazacağım.
yine camiada hemen hemen herkesin diline pelesenk olmuş ve inanılmış bir yalan:
Fenerbahçe'nin büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür. onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte, adı konamaz.
bugün Fenerbahçe'nin yaygın olarak tartışıldığı sanal ortamlar da bu sloganın türediği iki ortam... bir tanesinde "değişiklik yaratma" ütopyamı terk edip mümkün mertebe polemiğe girmeden yazmaya çalışırken diğerinden ayrıldım... ikisindeki ortak tavır bu slogan etrafında "başkan ve yönetim neylerse güzel eyler" şeklinde...
eleştirmeyi beceremeyip, medyadan duyduklarını noktasına virgülüne dokunmadan tekrarlayan, tekrarladığı şeyin içinde niyet sorgulamaya dahi zahmet etmeyen, mantık aramayan ve kendisine karşı çıkıldığında da "kiraladığı" görüşü kendi görüşüymüş gibi azimle savunanları gördükçe forum kavramından soğuyor insan...
sıkça yaşanan bir süreç... en azından benim için...
en son emre belözoğlu transferiyle ve akabinde halen silinemeyen fatih terim dedikodularıyla birlikte bu hadise ayyuka çıktı. ne çok bekleyen varmış emre'yi ve ne çok Fenerbahçeli varmış başarı için terim'e bile eyvallah diyebilecek...
milletin gündelik hayatında başarıyla uygulanan sıradanlaştırma, fikirsizleştirme, renksizleştirme politikasından Fenerbahçelilik de nasibini almış. adı da hep destek tam destek olarak sunuluyor yine...
"çubukluyu giyene sonsuz destek vermek boynumuzun borcudur" diyenler çizgiyi hiçbir yere çekemiyorlar. çünkü öyle bir çizgi yok artık. bunu kabullenmeyi benim reddettiğim gibi reddedenlere ise romantik deniyor, gülünüp geçiliyoruz. rahatsızmışım... 80'lerin hayalci siyasilerinden olurmuşum o zamanlar doğmuş olsam. bunlar bir de küçümser tavırla söyleniyor ki evlerden ırak...
Fenerbahçe spor kulübü bugün bir spor kulübünden fazlasıysa, 14bin civarı kongre üyesi olan bir kulüp milyonlarla ifade edilen bir camiayı temsil ediyorsa, tüm erkini o kongreye, hatta o kongrenin zahmet edip genel kurullara katılan isimlerine devretmişse bir terslik yok mu? bu kadar geniş bir tabanda hep destek tam destek felsefesinin tutunması mümkün mü? değil tabi ki...
o yüzden de bu slogan da basitleştiriliyor, içi boşaltılıyor, camia dışındakilere, yani başkasına karşı kullanılacak bir zırh olması gerekirken, kendi içindeki eleştirileri müsbet-menfi, iyi niyetli-kötü niyetli diye ayırmaksızın her eleştiriyi ağza tıkma misyonu halini alabiliyor...
üstelik bugün bunun yol açtığı bir diğer sorun daha var benim açımdan, aidiyet ve ortak payda paylaşımı.
terim de gelse, emre de gelse, hasan şaş da gelse "hep destek tam destek" diyecek kişiyle tuttuğum takımın aynı olması bana ters ve tuhaf geliyor... başlangıçtaki oluşumu çevresel koşullara dayansa da taraftarlığın sonradan aldığı şekil ve o şeklin taraftarlığın etrafına ördüğü değerlerin bir ortak payda taşımasını bekliyorum... yine romantik ve ütopik varsayıldığım bir nokta daha...
bunların dışına çıkabilmenin yolunu bulanlar da var. o oy verebilen 14binin içinde olmayan milyonlardan bir kişi olarak bu tür şeyleri kafaya takmayıp yenince sevinen, yenilince üzülen ama yıkılmayan, idari ve teknik konulardaki öfkesini de 15-20 dakikaya sığdırıp ram'inden atabilen bir taraftar profili...
şezlong yorumcuları vardı bir ara, sonra digiturk Fenerlileri çıktı (77 numara diyoruz onlara biz)... şimdi bir de "tribün Fenerlisi" tanımı çıkacak gibi. stadın kapısından girdiği anda fanatik, coşkulu taraftar, maç bittikten ve stat kapısı terkedildikten sonra anca eve kadar giden yolda maçın kritiğini yapan, o maç kritiğinin uzantılarını teknik detaylarda ve yönetim kararlarında irdelemeye zahmet etmeyecek bir sterillik. sonradan oluşmuş, subjektif değerlerle de olsa etrafına bir anlam örülmüş taraftarlıktan uzaklaşma. bariz bir süzgeç mekanizmasının devreye alınması ve kafa yoracak, kafa yorma halinde tasa oluşturması olası herşeyin "bana ne lan" denilip kenara atılabilmesi...
bana da lazım o süzgeçten diye düşünüyorum bazen
bazen de iyi ki yok o süzgeçten diye...
hep destek tam destek sloganı hayata döndürülebilir mi peki?
bence artık çok zor. bunun yapılabilmesi için olması gereken şeyin olmasını hiç dilemem çünkü bunun yolu yıkımdan geçiyor, adamakıllı bir yıkımdan hem de. bu sloganın üstünden geçecek kadar büyük bir hezimet zaten sanal ve yüzeysel bu taraftar devrimini altüst edebilir. bu durumda bile yine kimi şeylere kayıtsız şartsız sahip çıkacak, yine kendilerini sözde feda ederek "hala büyüğüz, bişi olmadı" diye ortalıkta dolaşacaklar olacaktır. o yıkımın olmaması için yapılması gerektiğini düşündüğü şeyleri söyleyenlerin olasıdır ki haklı çıkmış olmasını görmezden gelmeksizin reflekslerini sürdürecek serdengeçtiler...
Fenerbahçe taraftarına atılmış en büyük kazıklardan ikincisini da daha sonra yazacağım.
yine camiada hemen hemen herkesin diline pelesenk olmuş ve inanılmış bir yalan:
Fenerbahçe'nin büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür. onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte, adı konamaz.
9 Haziran 2008 Pazartesi
milli takım milli mi?
ayda 143bin ytl alıyor yanlış bilmiyorsam teknik direktörü. hani bakanlarla, başbakanla filan karşılaştırdılar ama orda da eyyam var, keza diğer oyuncular ve teknik direktörler de fahiş ücretler alıyorlar. burada fatih hoca'ya düşen eyyam payı görevi sanki amme hizmetiymiş gibi sunması. yani sanki milli takım hocalığının onur olması yetermiş gibi. "alma o zaman parayı" derler adama. oyuncular da aynı, kızılay yararına oynamıyorlar, primler vs...
kimse "beleşe oynayın" da demez, diyemez, neticede bu işten ekmeklerini kazanıyorlar. aldıkları paralar da piyasa gereği emeklerinin karşılığı olarak belirlenmiş.
tabi ülkemizdeki transfer piyasasını vs işin içine katarsak hesaplar karışabilir. cumartesi akşamı melih şendil'in dillendirdiği rakamlara göre bizim takımın ederi portekiz'in dörtte biri. zaten maçın hakkı da 4-1'di...
para pul, transferler vesaire derken milli takımın ne kadar Türkiye'nin takımı olduğu hadisesi güme gitti. ders almayan ders veren ama ingilizce dersine şiddetle ihtiyacı olan kıymeti kendinden menkul hocamız fatih terim biri ispanya'ya giden, ikisi almanya'da oynayan gurbetçiler olmak üzere üç lejyoneri kadronun dışında bıraktı.
terim'in takımlarını keyfine göre seçtiği bilinen bir gerçek zaten. bu kadroda mehmet topuz'un, mehmet yıldız'ın olmamasının başka izahı olamaz. yani "en iyi ve formda" olanları seçmek gibi bir kaygısı yok terim'in, asla da olmadı. gs'deki başarılarının üzerine sual olunamaz hale getirildiği için ne yapsa bir alamet arandı yaptıklarında. vardır bir bildiği denildi. elemeler boyunca oturtamadığı kadro ve oyun anlayışını böyle bir turnuva öncesi "üçlü oynayacaz"a çevirdi.
üçlü oynanmaz mı, oynanır. "tek forvet" demeyi sevmiyorsanız ve orta beşlinin kanatlarına cidden ofansif adamlar koymayı seviyorsanız "üçlü" diyebilirsiniz buna. Fenerbahçe de üçlü oynuyor bu durumda. barça, chelsea de bunun örnekleri, en azından CL'de oynayan chelsea, ligde çift de oynadılar epeyi.
buna baktığınızda görebileceğiniz pek çok şey var. o "üçlü"nün kenarlarında kim oynar, kim oynamaz. tuncay oynadı, yine oynar, ama portekiz maçındaki bitik, futbola dün başlamış görüntüsü veren tuncay oynamaz. deivid oynar ama Türk değil. ligin şampiyonundan arda oynar ama oynamadı. sabri oynamaz misal. sabri o orta beşlinin ortasındaki üç kişiden biri de olamaz. olacak olursa ceza sahası yayı önünden arka direğe ayak içiyle orta yapmaya kalkar çünkü, kalktı da... hamit de bek olmaz...
hoca terim'se, herşey olur... hakan balta galatasaray forması dışında hangi formayı giyerse giysin milli takımda oynayamaz misal. emre aşık'a kimse stam muamelesi yapmaz veya. mevlüt böyle bir dizilişte ne "üçlü"nün ortası olur, ne sağı ne solu... hani ezbere bilmiyorum elbette mevlüt'ü, hatta ilk kez canlı izledim, ayrı konu da, "ben tek forvet değilim" diye bağırmak isteyip bağıramaz gibiydi, tek forvet değil de "üçlü" oynuyoruz ya çünkü...
mevlüt'ü çıkartıp sabri'yi almak komiktir... kazanmak istediğin bir maçta böyle bir hamle yapmazsın, yapamazsın. bunun kazanmaya yönelik olduğuna dair imada bulunabilirsin ama ancak sabri'yi arkaya çekip solda ronaldo'nun önünde sürekli içe kaçarak maymuna dönen hamit'i öne koyabilirsen. o da yok...
Fenerbahçe taraftarının terim ve onun temsil ettiği şeylere karşı hissettiği sevgisizlik, hatta nefret ve iğrenme duyguları kendi camialarındaki teknik direktör belirsizliğinde terim'in adının sık sık geçmesiyle birlikte zaten iyice tırmanmış durumda. Fenerbahçe'de bile sezon sonu hariç zor forma şansı bulan kazım'ın ilk onbir başlaması, emre'nin bu formsuzluğunda ve maç eksikliğinde oynatılması komplo teorisyenlerinin ekmeğine yağ sürüyor. bütün bunlar ışığında Fenerbahçelilerin çoğunun gözünde bu takım zaten milli bir milli takım değil. bu takım terim'in galatasaraylı kılıfı içerisinde kurulmuş bir karma takım gibi. bu minvalde de Fenerbahçeliler için turnuvada Türk milli takımının seyri ancak nasılsa kesilmeyeceği için emre'nin maç eksiğini kapatmasıyla eşdeğer. bir de "aman marco sakatlanmasın" diye izliyoruz maçları...
kimse "beleşe oynayın" da demez, diyemez, neticede bu işten ekmeklerini kazanıyorlar. aldıkları paralar da piyasa gereği emeklerinin karşılığı olarak belirlenmiş.
tabi ülkemizdeki transfer piyasasını vs işin içine katarsak hesaplar karışabilir. cumartesi akşamı melih şendil'in dillendirdiği rakamlara göre bizim takımın ederi portekiz'in dörtte biri. zaten maçın hakkı da 4-1'di...
para pul, transferler vesaire derken milli takımın ne kadar Türkiye'nin takımı olduğu hadisesi güme gitti. ders almayan ders veren ama ingilizce dersine şiddetle ihtiyacı olan kıymeti kendinden menkul hocamız fatih terim biri ispanya'ya giden, ikisi almanya'da oynayan gurbetçiler olmak üzere üç lejyoneri kadronun dışında bıraktı.
terim'in takımlarını keyfine göre seçtiği bilinen bir gerçek zaten. bu kadroda mehmet topuz'un, mehmet yıldız'ın olmamasının başka izahı olamaz. yani "en iyi ve formda" olanları seçmek gibi bir kaygısı yok terim'in, asla da olmadı. gs'deki başarılarının üzerine sual olunamaz hale getirildiği için ne yapsa bir alamet arandı yaptıklarında. vardır bir bildiği denildi. elemeler boyunca oturtamadığı kadro ve oyun anlayışını böyle bir turnuva öncesi "üçlü oynayacaz"a çevirdi.
üçlü oynanmaz mı, oynanır. "tek forvet" demeyi sevmiyorsanız ve orta beşlinin kanatlarına cidden ofansif adamlar koymayı seviyorsanız "üçlü" diyebilirsiniz buna. Fenerbahçe de üçlü oynuyor bu durumda. barça, chelsea de bunun örnekleri, en azından CL'de oynayan chelsea, ligde çift de oynadılar epeyi.
buna baktığınızda görebileceğiniz pek çok şey var. o "üçlü"nün kenarlarında kim oynar, kim oynamaz. tuncay oynadı, yine oynar, ama portekiz maçındaki bitik, futbola dün başlamış görüntüsü veren tuncay oynamaz. deivid oynar ama Türk değil. ligin şampiyonundan arda oynar ama oynamadı. sabri oynamaz misal. sabri o orta beşlinin ortasındaki üç kişiden biri de olamaz. olacak olursa ceza sahası yayı önünden arka direğe ayak içiyle orta yapmaya kalkar çünkü, kalktı da... hamit de bek olmaz...
hoca terim'se, herşey olur... hakan balta galatasaray forması dışında hangi formayı giyerse giysin milli takımda oynayamaz misal. emre aşık'a kimse stam muamelesi yapmaz veya. mevlüt böyle bir dizilişte ne "üçlü"nün ortası olur, ne sağı ne solu... hani ezbere bilmiyorum elbette mevlüt'ü, hatta ilk kez canlı izledim, ayrı konu da, "ben tek forvet değilim" diye bağırmak isteyip bağıramaz gibiydi, tek forvet değil de "üçlü" oynuyoruz ya çünkü...
mevlüt'ü çıkartıp sabri'yi almak komiktir... kazanmak istediğin bir maçta böyle bir hamle yapmazsın, yapamazsın. bunun kazanmaya yönelik olduğuna dair imada bulunabilirsin ama ancak sabri'yi arkaya çekip solda ronaldo'nun önünde sürekli içe kaçarak maymuna dönen hamit'i öne koyabilirsen. o da yok...
Fenerbahçe taraftarının terim ve onun temsil ettiği şeylere karşı hissettiği sevgisizlik, hatta nefret ve iğrenme duyguları kendi camialarındaki teknik direktör belirsizliğinde terim'in adının sık sık geçmesiyle birlikte zaten iyice tırmanmış durumda. Fenerbahçe'de bile sezon sonu hariç zor forma şansı bulan kazım'ın ilk onbir başlaması, emre'nin bu formsuzluğunda ve maç eksikliğinde oynatılması komplo teorisyenlerinin ekmeğine yağ sürüyor. bütün bunlar ışığında Fenerbahçelilerin çoğunun gözünde bu takım zaten milli bir milli takım değil. bu takım terim'in galatasaraylı kılıfı içerisinde kurulmuş bir karma takım gibi. bu minvalde de Fenerbahçeliler için turnuvada Türk milli takımının seyri ancak nasılsa kesilmeyeceği için emre'nin maç eksiğini kapatmasıyla eşdeğer. bir de "aman marco sakatlanmasın" diye izliyoruz maçları...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)