15 Mayıs 2010 Cumartesi
biri gitti, biri kaldı, biri geldi ...
Taurasi transferi ile 2007 ve 2009 yılı WNBA şampiyonu Phoenix Mercury'nin 3 yıldızı da Fenerbahçe forması giymiş olacak.
Cappie 2 şampiyonluğun ardından Rusya yolunu tutmuştu. Penny ise ilk senesinde şampiyon oldu ve seneye de burada. Taurasi'nin gelmesi ile beklentiler de büyüdü, hedef artık Avrupa'da final four. Ama keşke şu fotoğrafta ortada duran bızdık da olsaydı !!!
Etiketler:
Cappie Pondexter,
Diana Taurasi,
fenerbahçe,
Penny Taylor,
Phoenix Mercury
1 Mayıs 2010 Cumartesi
Serie A'nın İ.B.B.'si ...
İtalya Serie A'da bu sene Sampdoria'nın özellikle şampiyonluğa oynayan takımlara (Inter, Roma, Milan ve Juventus) karşı gösterdiği performans İstanbul Büyükşehir Belediyespor'a benzetiliyor. Mart ayındaki Juve galibiyetinden sonra Nisan ayında önce Milan'ı, sonra da Roma'yı yaktılar :).
Bu arada Inter'e bir iltimas geçtikleri sanılmasın sezonun ilk yarısında kendi sahalarında 1-0 yenip, 2.yarıda Milano'da yapılan maçta ise 0-0 berabere kalmışlardı.
Ligin bitmesine 3 hafta kala şampiyonlar ligi için oldukça avantajlılar. Sampdoria son yıllardaki en iyi çıkışını bu sene yakalasa da bizim gibi orta yaşa gelmiş futbol severler için 1991 yılındaki Serie A şampiyonluğu, Mancini, Vialli, Katanec ve Lombardo'lu kadrosu ve oynadığı güzel futbol hala unutulmaz. Haa bir de fotoğraftaki klasikleşmiş mavi forması ve göğsündeki beyaz bant üzerine kırmızı siyah şeritleri ...
22 Nisan 2010 Perşembe
Bilica'yı sarımsaklasak da mı saklasak, sarımsaklamasak da saklasak
Aslında konunun üstünden Türkiye standartlarına göre unutmaya yetecek kadar zaman geçti. Keskin tırmanan tepkiler ulaştıkları zirveden yer çekimi ivmesine tâbi şekilde düştüler... Şimdi dönen linç devranı Fenerbahçe Spor Kulübü'nün, kulüpten birinin güncesi gibi tutulan resmi siteden gelen sahiplenme mesajıyla kapandı. Bunda Beşiktaş'ın hükmen galibiyet talebiyle TFF'ye başvurmasıyla milletin sıtkını sıyırmasının da payı yok değil.
Bilica'nın eylemi maçın oynanması için gerekli koşulların imhası noktasında değildi. Penaltı noktasını tahrip etti, evet. Ancak bu durum Bobo'nun penaltıyı sağlıklı şekilde kullanmasına mani olmadı. Bu nedenle Bilica'nın hareketi oyun disiplin kurallarından ziyade ahlak çerçevesinde değerlendirilmeliydi. Bu noktada, Fenerbahçe taraftarı her zaman övündüğü camia geleneklerinden hareketle linç hareketinin öncüsü oldu. Ve açıkcası beni şaşırttı.
Hiçbir taraftar topluluğu kendi bakış açısıyla böyle ahlaksızlıkları kendi renklerine yakıştırmaz. Başkalarına yakıştırırken ise şiddet ayarına gereksinim duymaz. O nedenle böyle bir tavır kendi oyuncusu tarafından sergilendiğinde, ya o yavru kuzgun gözükür karga gözlere, veya keskin ifadelerle "beriki takım oyuncusuna yakışan hareketler" olarak tanımlanıp ip çekilir.
Fenerbahçe taraftarının bu seferki tepkisinin beni şaşırtmasının nedeni, bu başka takım oyuncularına yakışır addedilen hareketlerin benzerlerini, hatta belki daha kötülerini yapmış isimlere, Fenerbahçe forması giyiyor diye kayıtsız şartsız destek çıkmayı vazife bilirken, konu Bilica olunca linç furyasının önünde koşan haline gelinmiş olması. Daha önce bilfiil Fenerbahçe taraftarına saldırmış, tribün korolarına küfürlü tezahüratlarda şeflik yapmış oyuncuları aklayabilen çubuklu forma Bilica'nın hafriyatında temizlik bezi görevi göremedi. İlginç.
Bu noktada akıllara yine çevre etkisi ve mahalle baskısı geliyor. Kendi oyuncusuna sahtekar damgası vurup "Yakışmıyor, gitsin" diyenler, o sahtekarın (?) sahtekarlığına (?) en çok gürültü çıkaran takımda kaptan olmasından sonra dahi uyanamamış, "Kimse yüklenmeden ben sileyim ki, bu tavrı gerçekten tasvip etmediğim sanılsın" kurnazlığıyla Bilica'yı ipe çekmekte sakınca görmemişti.
Ama artık yemezler, yemememeli. Bilica'nın tavrına tepki gösterenlere, bu hareketten dolayı gitsin diyenlere "Fatih Akyel'e, Tümer Metin'e, Emre Belözoğlu'na Saracoğlu'nda alkışınızı eksik ettiniz mi, etmediniz mi?" diye sormak lazım.
Turnusol orada çünkü.
Sonra da eklemek lazım, karakter olarak aşağı yukarı aynı delişmenlikte olan ama gülen yüzü ve Hoş Memo tipiyle çoğunluğun "Forma içinde, forma için savaşan tek tük oyuncudan biri" diye tanımladığı Lugano aynı hareketi yapmış olsaydı yine bu linçin parçası olur muydunuz? Yoksa maç içi dengesizlikleriyle plakasını aldığınız, zaten futbol olarak içinize sindiremediğiniz, çapsız bulduğunuz, gittiğinde eksikliğini hissetmeyeceğinizi düşündüğünüz Bilica'yı böylesine harcamak kolay mı geldi?
Benim bunlara tavrım belli, o yüzden saklayacak, gocunacak bir durumum yok. Fatih Akyel de, Tümer Metin de, Emre Belözoğlu da bu formayı giymeye kesinlikle layık olmayan isimler... Bilica da öyle. O yüzden birini ayıplarken diğerine kıyak geçmek gibi bir kaygım yok. Vicdanım da rahat.
Herkesinki rahatsa, zaten sorun yok.
Bilica'nın eylemi maçın oynanması için gerekli koşulların imhası noktasında değildi. Penaltı noktasını tahrip etti, evet. Ancak bu durum Bobo'nun penaltıyı sağlıklı şekilde kullanmasına mani olmadı. Bu nedenle Bilica'nın hareketi oyun disiplin kurallarından ziyade ahlak çerçevesinde değerlendirilmeliydi. Bu noktada, Fenerbahçe taraftarı her zaman övündüğü camia geleneklerinden hareketle linç hareketinin öncüsü oldu. Ve açıkcası beni şaşırttı.
Hiçbir taraftar topluluğu kendi bakış açısıyla böyle ahlaksızlıkları kendi renklerine yakıştırmaz. Başkalarına yakıştırırken ise şiddet ayarına gereksinim duymaz. O nedenle böyle bir tavır kendi oyuncusu tarafından sergilendiğinde, ya o yavru kuzgun gözükür karga gözlere, veya keskin ifadelerle "beriki takım oyuncusuna yakışan hareketler" olarak tanımlanıp ip çekilir.
Fenerbahçe taraftarının bu seferki tepkisinin beni şaşırtmasının nedeni, bu başka takım oyuncularına yakışır addedilen hareketlerin benzerlerini, hatta belki daha kötülerini yapmış isimlere, Fenerbahçe forması giyiyor diye kayıtsız şartsız destek çıkmayı vazife bilirken, konu Bilica olunca linç furyasının önünde koşan haline gelinmiş olması. Daha önce bilfiil Fenerbahçe taraftarına saldırmış, tribün korolarına küfürlü tezahüratlarda şeflik yapmış oyuncuları aklayabilen çubuklu forma Bilica'nın hafriyatında temizlik bezi görevi göremedi. İlginç.
Bu noktada akıllara yine çevre etkisi ve mahalle baskısı geliyor. Kendi oyuncusuna sahtekar damgası vurup "Yakışmıyor, gitsin" diyenler, o sahtekarın (?) sahtekarlığına (?) en çok gürültü çıkaran takımda kaptan olmasından sonra dahi uyanamamış, "Kimse yüklenmeden ben sileyim ki, bu tavrı gerçekten tasvip etmediğim sanılsın" kurnazlığıyla Bilica'yı ipe çekmekte sakınca görmemişti.
Ama artık yemezler, yemememeli. Bilica'nın tavrına tepki gösterenlere, bu hareketten dolayı gitsin diyenlere "Fatih Akyel'e, Tümer Metin'e, Emre Belözoğlu'na Saracoğlu'nda alkışınızı eksik ettiniz mi, etmediniz mi?" diye sormak lazım.
Turnusol orada çünkü.
Sonra da eklemek lazım, karakter olarak aşağı yukarı aynı delişmenlikte olan ama gülen yüzü ve Hoş Memo tipiyle çoğunluğun "Forma içinde, forma için savaşan tek tük oyuncudan biri" diye tanımladığı Lugano aynı hareketi yapmış olsaydı yine bu linçin parçası olur muydunuz? Yoksa maç içi dengesizlikleriyle plakasını aldığınız, zaten futbol olarak içinize sindiremediğiniz, çapsız bulduğunuz, gittiğinde eksikliğini hissetmeyeceğinizi düşündüğünüz Bilica'yı böylesine harcamak kolay mı geldi?
Benim bunlara tavrım belli, o yüzden saklayacak, gocunacak bir durumum yok. Fatih Akyel de, Tümer Metin de, Emre Belözoğlu da bu formayı giymeye kesinlikle layık olmayan isimler... Bilica da öyle. O yüzden birini ayıplarken diğerine kıyak geçmek gibi bir kaygım yok. Vicdanım da rahat.
Herkesinki rahatsa, zaten sorun yok.
Etiketler:
ahlak,
Beşiktaş,
Bilica,
Emre Belözoğlu,
Fatih Akyel,
fenerbahçe,
forma,
Lugano,
Tümer Metin
5 Nisan 2010 Pazartesi
rezillik
Fenerbahçe Acıbadem bayan voleybol takımı Türk voleybolunun zirvesini yaşadı, yaşattı bizlere. Ben kulüp müsabakalarına milli gözle bakmayı beceremeyen birisi olarak olaya "milli dava" gibi bakmasam da en azından düşmanlık ve dengesizlik dışında bir şeyler bekliyorum basından, yanılıyorum.
Yukarıda bayan voleybolun ikinci kupasında üçüncü olan Galatasaray bayan voleybol takımının aldığı üçüncülüğün sunuluş şekliyle, bayan voleybolun birinci kupasında finali 0-2'den 2-2'ye getirdikten sonra 3-2'yle vererek ikinci olan Fenerbahçe Acıbadem bayan voleybol takımının BAŞARIsının sunuluş şeklini karşılaştırmanızı rica ediyoruz sadece.
Şu anda bu başlık değiştirildi, ancak maç sonu atılan manşet resimdeki gibiydi.
Her fırsatta taraftarlar ve yönetimler üzerinden şiddet pompasıyla kendisi dışındaki herkesi eleştiren necip Türk basınına aklını başına alması gerekliliğini hatırlatıyoruz.
Yukarıda bayan voleybolun ikinci kupasında üçüncü olan Galatasaray bayan voleybol takımının aldığı üçüncülüğün sunuluş şekliyle, bayan voleybolun birinci kupasında finali 0-2'den 2-2'ye getirdikten sonra 3-2'yle vererek ikinci olan Fenerbahçe Acıbadem bayan voleybol takımının BAŞARIsının sunuluş şeklini karşılaştırmanızı rica ediyoruz sadece.
Şu anda bu başlık değiştirildi, ancak maç sonu atılan manşet resimdeki gibiydi.
Her fırsatta taraftarlar ve yönetimler üzerinden şiddet pompasıyla kendisi dışındaki herkesi eleştiren necip Türk basınına aklını başına alması gerekliliğini hatırlatıyoruz.
Etiketler:
Acıbadem,
fenerbahçe,
milliyet gazetesi,
rezalet,
rezil,
sarı melekler,
voleybol
8 Mart 2010 Pazartesi
İmaj Herşey, Kariyer Hiçbir Şey ...
Artest son Orlando maçındaki saç stili ile Rodman'dan sonra NBA'in yeni ikoncanı olma yönünde hızla ilerliyor.
Her iki oyuncu da sert ve savunmaları ile ünlü. Bu özellikleri ile de en iyi savunmacı ödüllerini kazandılar.
Artest, Rodman'a göre çok daha komple bir oyuncu olmasına karşın henüz şampiyonluk yüzüğü takamadı. Rodman'ın ise bir elin parmaklarını dolduracak kadar yüzüğü var. (Gerçi o parmakları yerine kulağına küpe olarak takmayı tercih edebilir :)) Tabi o şampiyonlukların Jordan-Pippen döneminde olması da Rodman'ın şansı :)
İmaj olarak Rodman'a gittikçe yaklaşan Artest bakalım kariyer olarak da buna yaklaşabilecek mi?
Ya da Kobe, Jordan-Pippen ikilisinin Rodman'a yaşattıklarını Artest'e yaşatabilecek mi?
4 Mart 2010 Perşembe
legend's back
http://riplaytuol.blogspot.com/2009/11/63-numara-hetfieeeeeeeeeeld-james.html
bilen biliyor hikayesini
bu da devamı
forma imzalı olarak geri dönmüş,
şimdi sonisphere kapsamında lars ve kirk'te sıra
gazcılar biraderler göreve!
bilen biliyor hikayesini
bu da devamı
forma imzalı olarak geri dönmüş,
şimdi sonisphere kapsamında lars ve kirk'te sıra
gazcılar biraderler göreve!
Etiketler:
fenerbahçe,
james hetfield,
kirk hammett,
lars ulrich,
metallica
3 Mart 2010 Çarşamba
şöfeeeeeeeeeer şöfer...
herbie'deki tosbağayla yola çıkmıştınız ya en son. diyorlar ki "senin ne işin var direksiyonda?"... yan koltuğa geçiyorsunuz "oraya değil canım, arkaya, arkaya" diyorlar... geçiyorsunuz kuzu kuzu, söz hakkınız yok...
haydi yine yola... ön koltuğa da biri oturuyor, elinde bir defter kitap. co-pilot bir nevi. "aman" diyorsunuz, "iyi bari, yolla ben uğraşmayacam, camdan dışarısını seyrederim, yorulursam uyurum"... "benzin senden ama" diyorlar, "tamam canım, n'olacak" diyip uçlanıyorsunuz...
kalkışta bir tekliyor araba, yapmazdı hiç halbuki öyle. kaldıramıyor şoför ilk seferde. sonra bir daha stop ettiriyor. "debriyajı..." diyecek oluyorsunuz kötü kötü bakıyor aynadan, susuyorsunuz...
nihayet harekete geçiyor araba ama önde oturanın ne yoldan haberi var ne yönden. sürekli tek yön sokaklara ters yönden giriyorsunuz, hız limitlerine uymuyorsunuz. bırakın camdan dışarı bakmayı, gözlerinizi açamıyorsunuz arka koltukta.
bütün çukurlara itinayla giriyor direksiyondaki, yanındaki sürekli yanlış yön tarif ediyor, tartışmıyorlar bile üzerinde, aynen gidiyorlar, Allah'a emanet...
işin kötüsü bu senaryoda arabanın ne olduğu da önemli değil, ctrl-h, beetle, ferrari, replace all... sonuç aynı...
haydi yine yola... ön koltuğa da biri oturuyor, elinde bir defter kitap. co-pilot bir nevi. "aman" diyorsunuz, "iyi bari, yolla ben uğraşmayacam, camdan dışarısını seyrederim, yorulursam uyurum"... "benzin senden ama" diyorlar, "tamam canım, n'olacak" diyip uçlanıyorsunuz...
kalkışta bir tekliyor araba, yapmazdı hiç halbuki öyle. kaldıramıyor şoför ilk seferde. sonra bir daha stop ettiriyor. "debriyajı..." diyecek oluyorsunuz kötü kötü bakıyor aynadan, susuyorsunuz...
nihayet harekete geçiyor araba ama önde oturanın ne yoldan haberi var ne yönden. sürekli tek yön sokaklara ters yönden giriyorsunuz, hız limitlerine uymuyorsunuz. bırakın camdan dışarı bakmayı, gözlerinizi açamıyorsunuz arka koltukta.
bütün çukurlara itinayla giriyor direksiyondaki, yanındaki sürekli yanlış yön tarif ediyor, tartışmıyorlar bile üzerinde, aynen gidiyorlar, Allah'a emanet...
işin kötüsü bu senaryoda arabanın ne olduğu da önemli değil, ctrl-h, beetle, ferrari, replace all... sonuç aynı...
Etiketler:
Aziz Yıldırım,
Christoph Daum,
Nihat Özdemir
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)